Genel olarak kitlesel insan hareketliliğinin nedenlerini pek çok somut gerekçeye bağlamak mümkündür; örneğin devletlerin kendi sınırları içerisinde ekonomik,sosyal,siyasal ve hatta bazen ekolojik nedenlerden kaynaklanan insan hareketliliği söz konusu olabileceği gibi doğrudan devletlerarası çatışmacı ilişkilerden veya üçüncü aktörlerin çatışmalara müdahil olmalarından kaynaklanan insan hareketlilikleri de gözlemlenebilmektedir.Dolayısıyla kitlesel insan hareketliliğiyle uluslararası krizler arasında karşılıklı bir ilişkiden bahsetmek mümkündür. Uluslararası krizler insan hareketliliğini tetikleyebildiği gibi kitlesel insan hareketlilikleri de yeni uluslararası krizlere neden olabilmektedir. İlaveten, kitlesel insan hareketliliğinin artış göstermesi ve yaratmış olduğu sorunlar özelinde uluslararasılaşması, çözüm arayışlarının da uluslararasılaşması anlamına gelmektedir.AncakNedeni ne olursa olsun kitlesel insan hareketliliği günümüzde artık sadece kaynak veya hedef ülkenin tek başına çözüm üretemeyeceği bir nitelik kazanmıştır. Günümüzde kitlesel insan hareketliliğinin uluslararası sistemde tüm aktörler için güvenlik-tehdit algısına dayandırılarak değerlendirildiği bir süreç söz konusudur.Bu bağlamda kitlesel insan hareketliliği bireysel düzlemde insan hakları sorunu olarak algılanabileceği gibi aynı zamanda devletler düzeyinde bir güvenlik sorunudur.

* * *

Mamafih Suriye Krizi yanında yeni eklenen Afgan göç krizi insani boyutuyla ne kadar dramatik tablolar ortaya çıkarsa da, bugün gelinen noktada devletlerin göç politikalarını hoşgörüden ziyade çıkarları ve güvenlik endişeleri üzerinden şekillendirdiği görülmektedir. Türkiye için ise durum güvenlikdışılaştırmadan güvenlik siyasetine doğru ilerlemektedir. Bununla ilgili en son gelişen durumlara bakılırsa;Suriye göç hadisesinde savaştan kaçan yaklaşık beş milyon mülteci aile leriyle beraber Ülkemize giriş yaparken, bu defa Afgan göçü olayında durum tamamen farklı olup;sadece ABD tarafından yönlendirildiği söylenen erkek Afganların mülteci statüsün de Ülkemize giriş yapması çok dikkat çekici bir durumdur. Bu iki olaya da analitik olarak baktığımızda;Avrupa’da aşırı radikal partilerin göçmen karşıtı politikaları dillendirmesi gibi gelişmeler “mülteci krizi”nin devlet güvenliğini önceleyen bir perspektiften ele alınacağının göstergeleri arasındadır. Türkiye’nin siyasa değişikliğinin ve konunun giderek güvenlik alanına dahil edilmesinin nedenlerinden biri kritik eşiğin aşılması yani sığınmacıların kalıcılaşması ve ülkelerine geri dönme olasılığının azalmasıdır. Geri Kabul Anlaşması sürecinde olduğu gibi sığınmacıların birer pazarlık unsuru haline getirilmesi, araçsallaştırılması Türkiye’nin ilk başlarda izlediği ve insani açıdan gayet olumlu bir tutum olan açık kapı politikasıyla örtüşen bir durum değildir.

* * *

Sonuç olarak,ABD Senatosu’nun 1926 yılında Lozan Antlaşmasınıonaylamayarak Türkiye ile diplomatik ilişkileri yeniden kuracak Lozan Antlaşması’nı reddetmesiyle başlayan süreç şu veya bu şekilde gerek terör örgütü PKK/PYD/YPG’ye her şekilde verdiği ağır silah,lojistik ve para desteği yanında; havadan sudan bahanelerle Rusya’dan satınalınanS400 Yük sek İrtifa Hava Savunma Sistemini gerekçe gösterirken,bedeli ödenmesine rağmen ABD tarafından teslim edilmeyen F35 savaş uçaklarının askıya alınması yetmiyormuş gibi Türkiye F35 savaş uçağı üretim programından çıkarılması bardağı ta şıran son damla olurken, içinde bulunduğumuz dönemde de Türkiye’nin imalat programı çerçevesinde üretilen İHAlar için ABD Temsilciler Meclisinin 27 üyesinin Dışişleri Bakanı AntonyBlinken’a mektup yazarak Türkiye’nin ürettiği silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) bölgesindeki siyasi dengeleri değiştirip Amerikan çıkarlarına zarar verdiğini öne sürerek engellenmesi için adım atılmasını isterken, 9 Ağustos tarihli mektupta Bakanın da Türk İHA’ları konusunda Kongre’ye brifing vermesi istenirken, özellikle Bayraktar hava araçlarının ABD ve ABD bağlantılı şirketlerden teçhizat ve teknoloji almasının engellenmesinin istenmesi ise;Türkiye’yi de“yok artık” deme noktasına getirmesi yanında;bu başvuru Türkiye’nin kendi silah sistemlerini üretmesinin NATO müttefiki ABD’de özellikle etnik lobiler arasında yol açtığı rahatsızlığın, artık Türkiye’nin kendi silahını üretmesinin de engellenmesinin talep edilmesine dek ileri gittiğini gösteriyor