Ama bu tarihi değerlendirip turist çekebilecek akılcı bir yönetim daha Zonguldak’ta görev almadı

Zonguldak çok yakın çevresi ve ilçelerindeki tarih hazineleriyle keşfedilmeyi bekleyen bir gömü gibi. Ayrıca yakın çevresindeki Amasra ve Safranbolu gibi tarih ive turistik mekanlar da Zonguldak için bir turizmi canlandırmada bir fırsat.

Zonguldak’ta Kazancı’ya acı veda Zonguldak’ta Kazancı’ya acı veda

Anca ne var ki bu fırsatları değerlendirebilecek akılcı bir yönetici henüz bu ile gelmedi. O nedenle bu turistik yerler, yapılar ve benzeri tarih ve tabiat varlıkları sahipsiz ve keşfolmayı bekler gibi duruyor.

Bu arada elde bulunan tarihi ve kültürel eserleri de koruyamıyoruz ve bunlar bir bir yok olup gidiyor. Bu anlamda yok olup giden aslında bir kentin ve bir yörenin tarihi ama bunun bile bilincinde olmayan yöneticiler var ne yazık ki.

İşte size aslında milyonlarca insanın gezip görmeyi isteyeceği tarihi varlıklardan bir buket:

KADIOĞLU MOZAİKLERİ

Çaycuma İlçesi, Kadıoğlu Köyü içinde bulunan mozaik zemin, 2008 yılında tesadüfen tespit edilmiş, arkeolojik sit alanı olarak tescillenmiş ve Kdz. Ereğli Müze Müdürlüğünce kurtarma kazısına başlanmıştır. Taban döşeme mozaiği çevresinde yapılan kazılarda Roma Dönemi’ne ait olduğu (M.S. 250-260) tahmin edilen bir yerleşim kalıntısına rastlanmıştır. Kazı çalışmalarında, bir üzüm bağı içinde betimlenmiş kompozisyonda Lykurgos ve Ambrosia Mozaiği’ne rastlanılmıştır. Balta tutan sol elini havaya kaldırarak kadının üstüne yürüyen erkek figürü, Dionysus’a hakaret eden Trakya Kralı Lykurgos’un Ambrosia’ya saldırısını betimlemektedir.

Kazılar sırasında suyolu ile ayrılmış ikinci bir villaya ait yeni mozaikli odaya da rastlanılmıştır. Oval mimari tarzı bir salon içindeki zemin mozaiğinde, dıştan içe doğru geniş bantlarla, yaprak ve dalga motifleri ile ortadaki panoları çevrelemektedir. Kare çerçeveler içinde yapılmış sarmallar içinde av sahneleri, hayvan mücadeleleri yer almaktadır. Panonun köşelerinde sakallı erkek masklarının başlarından çıkan Eros, aslan ve domuz figürleri ile bitkisel motifler yer almaktadır.

FİLYOS KALESİ

Zonguldak'ın tarihi beldesi Filyos'ta yer alan Filyos Kalesi, denize hakim bir noktada, bir burun üzerine kurulmuş. Romalılar tarafından inşa edildiği tahmin edilen Filyos Kalesi'nin yapımında iri taşlar kullanıldığı hemen göze çarpıyor. Zira kalenin oldukça heybetli ve ihtişamlı bir görüntüsü var. Uzun bir süredir harabe durumundaydı Filyos Kalesi.

Neyse ki Turizm Bakanlığı 2003 yılında kolları sıvamış ve kalenin onarım çalışmalarına başlamış. Filyos Kalesi'nin kuzey tarafında kalan tepesi, Filyos'un ilk yerleşim yeri. Tam bu bölgede Ortaçağ kalesine ait duvarlar ve Helenistik-Roma dönemlerinden olduğu düşünülen kule kalıntılarına rastlanıyor.

Kalenin doğu tepesinde ise mermer sütun ve kaidesi, yine mermer yazıtlı bir levha, taş lahitler ve tuğla mezarlar ortaya çıkarılmıştır.

EREĞLİ TARİHİ

Surlar

Bugünkü Kaletepe’de kurulduğu sanılan kentte Klearkhos’un MÖ 5. yüzyılda bir saray inşa ettirip, bir de kütüphane yaptırdığı bilinmekteyse bunların kalıntıları henüz bulunamamıştır. MÖ 250 civarında Marmara Adası’ndan getirilen mermerlerden tepe üzerindeki düz yamaçta Herakles Tapınağı inşa edildiği sanılmaktadır. Kent Surları güneybatıya doğru denize inen Kaletepe’nin yamaçlarını çevreledikten sonra kıyıya inip, sahil boyunca ilerleyip akropolise tırmanmaktadır. Pitton de Tournefort’un 1701 yılında yaptığı çizimde yer alan antik limana ait mendirekleri bugün görmek mümkün değildir.

Helenistik dönemde kıyı boyunca inşa edilen surlarda gri renkli kireçtaşı bloklar birbirine bağlanarak kullanılmış olup[3], daha sonra önlerine Roma ve Bizans dönemlerinde yeni surlar inşa edilmiştir. Roma döneminde inşa edilen ve Herakles kültünün merkezi olan Akheron Mağaralarını da içine alacak şekilde genişletilen surlarda 1 x 1 m ebatlarında taş bloklar yan yana harç kullanılmaksızın yerleştirilmiş, aradaki küçük taş bloklarla yatay düzlemde desteklenmişlerdir. Bugün gözlemlenebilen surların büyük bölümü Bizans döneminde inşa edilmiş olup, gri-yeşil tüf taşından örülen surlarla kentin iyice tahkim edilmiş ve Kaletepe’ye bir kale inşa edilmiş, MÖ 281’de yanan antik akropol de Bizans Kalesi içerisinde kalmıştır.

Herakles Sarayı

Akarca Mahallesi, Dikili Caddesi’nde yer alan yapıya halk arasında “Herakles sarayı” adı verilmekle birlikte antik kaynaklarda böyle bir sarayın adından söz edilmemekte olup, Hoepfner’e göre Antik Çağ’a ait kent merkezinde bulunan bir kamu binasıdır.

Dini Yapılar

Zamanında Akarca Mahallesi, Akkuyu Sokak’ta bulunan Bizans kilisesi büyük ölçüde yıkılmış olup, 1942’de üzerine Çelikel Cami adıyla modern bir cami inşa edilmiş eski yapının freskli duvarları ve labirent motifli bordürle çevrelenmiş çiçek motifli erkek Hristiyanlık dönemine özgü döşeme mozayiği caminin bodrum katında kalmıştır. 19. yüzyıl başlarında kentte tarihi yapı olarak ikisi kiliseden çevrilmiş 5 cami, 2 han ile 2 hamam bulunmaktaydı. V. Cuinet camiye dönüştürülüp Orta Camii adı verilen Ayasofya Kilisesi içerisinde bir medresenin ve bugün nerede olduğu saptanamayan bir kütüphanenin varlığını da bildirmiştir.

Akheron Mağarası

Akheron[6], Yunan mitolojisinde yer altında bulunduğuna inanılan cehennemde akan Styks Nehri’nin kollarından birisinin adı olup, Kharon, adlı bir kayıkçı bu nehri ölü ruhları öteki dünya Hades’e taşımak amacıyla kullandığına ve toprağa gömülmeyen ruhların Hades’e ulaşmayıp, gökyüzünde dolaştığına inanılmaktaydı. Antik yazarlarca Karadeniz Ereğlisi’nde Baba Burnu olarak bilinen Akherusia Burnu’nda olduğuna inanılan bir mağaranın Akheron Nehri’ne dolayısıyla öteki dünya Hades’e geçit verdiğinden bahsedilmiştir.

Herakles’in 12. ve son görevi Hades’in üç başlı yılan kuyruklu bekçi köpeği olan Kerberus’u silah kullanmadan yakalayıp Atina’ya getirmek olup, kahraman ölüler diyarına bu mağara sayesinde geçmiştir. Herakles, Kerberus’u mağaradan çıkarırken canavarın ağzından yere damlayan zehirli salyalardan yeryüzünün ilk zehirli bitkisi akonitos oluşmuş, buradan dünyaya dağılmıştır.  Yunanistan’da Akheron adını taşıyan başka nehirlerin varlığı ve MÖ 525’e tarihlenen bir Etrüsk vazosunda Herakles’in Kerberus’u yakalayışının tasvirine rastlanması söylencenin orijini yönünde kafaları karıştırmaktadır.

Bir zamanlar Herakles’in heykeline tapınılan Cehennem Ağzı’nın girişinde Bıjışkyan’a göre 19. yüzyılda Müslümanların kutsal saydığı bir ziyaretgâh ve inşasında antik kentin kalıntılarının da kullanıldığı bir kale bulunmaktadır.

1838 yılında Eugene Bore, Ermenistan’dan Fransa’ya dönerken Ereğli’ye uğramış, Akheron mağaralarının tasvir etmesinin ötesinde kentin güney tepesinde bir tapınak olması gerektiğini bildirmiştir. Mağaraların bulunduğu dik kayalıklara ve zengin bitki örtüsüne sahip Akheron Vadisi’nin içinden Osmanlı döneminde “Gâvur deresi”  bugün ise Limanbaşı Deresi olarak adlandırılan bir dere geçmektedir. Kuzey yamacında yerleşim olan vadide duvarlarındaki doğal kayalar yontulmak suretiyle düzleştirilerek, içerisi ibadete uygun hale getirilmiş 3 ayrı mağara bulunmaktadır. Bunlardan en büyüğü ve Ahkeron Mağarası olduğu sanılan, halkın Koca Yusuf veya Dımdım Mağarası olarak adlandırdığı içerisinde insan iskeletleri ve çanak çömlek parçaları bulunan, 45 x25 m alana sahip olan mağaranın içinde derin bir göl yer almaktadır.

Antik Çağ’da Herakles kültürünün merkezi olan bu mağaraların Bizans döneminde Hristiyanlar tarafından barınak ve ibadet amaçlı kullanılmış olması muhtemeldir. 35 x 15 m alana sahip diğer mağaranın girişinde bir lahit, zemininde ise MS 3. Yüzyıl ile ilişkilendirilen, erken dönem Hristiyanlıkla ilişkili sembolleri barındıran bir döşeme mozaiği bulunmaktadır. (Sermet Aksu)

Editör: Virda Şahin