Son yıllarda, özellikle Güney Kıbrıs, Mısır ve İsrail karasularında önemli doğal gaz yatakları bulundu.Hem açık deniz(ve ulusal karasuları), hem de karadaki doğal gaz rezervlerinin başlangıçta sadece iç tüketimde dışa bağımlılığın azaltılması açısından önemli olduğu düşünülse bile, özellikle bölgesel işbirliği ve başta AB olmak üzere bölge dışı ülkelere ihracat umudu giderek önem kazandı. İşte bu nedenlerle, uzlaşmaktan ve paylaşmaktan çok çatışmaya yatkın olan Doğu Akdeniz kıyıdaşları, 2000 li yılların başından beri deniz yetki alanı (delimitation) ve münhasır ekonomik alan (EEZ) yanı sıra gizlilik (mahremiyet/ confiden tiality) anlaşmaları imzalamaya başladılar. Bu suretle muhtemel çatışmaların önünü almayı ve açık denizdeki pahalı faaliyetleri, bölgesel bakış açısı geliştirmenin sayısız faydası olduğunu fark ettiler. Yeni doğal gaz alanlarının geliştirilmesi işi büyük ölçüde özel şirketlere havale edildi. Ama devletlerin altyapıyı oluşturması, konu ile ilgili teknoloji transferlerin yapılması, dağıtım, ulusal tahsis ve ihracat gibi konuların kararlaştırılması, yeni çevrim santrallerinin kurulması, bunların kapasitesi ve ortak kullanım ile daha pazarlanabilir hale getirilmesi yeni tartışma alanları yarattı. Daha da önemlisi, süreç ilerlerken bulunup çıkarılacak gazın, ne yolla ve hangi boru hatları ile kullanım merkezlerine aktarılacağı konuları bir anda gündeme geldi.

                                     *       *        *

Türkiye, nin Kuruluş Antlaşması olan, Lozan Barış Antlaşması nıyla Türkiye’nin sınırları çizilirken Osmanlı ile yapılan bu antlaşmalar tekrar vurgulanmıştır.II.Dünya Savaşında İtalya’nın yenilmesi üzerine 10 Şubat 1947 tarihli Paris Barış Antlaşmasıy la İtalya’ya verilen Meis ve 12 Adalar Yunanistan’a devredilmiş tir. Türkiye, egemenlik devrinin ancak açıkça belirtilen sınır çizgisi-taşları (Lozan Md.9,10,11)[v], denizde ise adaların ismen belirtilerek yapılabileceğini, Lozan ve Paris Antlaşmalarının da bu şekilde yazıldığını ifade etmektedir. Lozan’da, ismi sayılamayan ada ve adacıkların egemenlikleri ise Antlaşmanın 6. ve 12. Maddelerinde tarif edilerek belirlenmiştir. Lozan Antlaşmasının 6.Maddesinde “sahil devletinin, kıyısına 3 milden daha yakın bulunan ada ve adacıkları içine alacağı” ve 12. Maddesinde ise “..., Asya kıyısından üç deniz milinden az uzaklıkta bulunan adaların Türk egemenliğinde kalacağı” belirtilmektedir. Meis adasının egemenliğini 1947 Paris Antlaşmasıyla alan Yunanistan, Meis’in batısındaki,Anadolu kıyılarına 3 mil uzaklıkta bulunan ,bulunan, Kara Ada (Nisis Ro) ve doğusundaki, Anadolu kıyısına 1.8 mil mesafede, İpsili Adası’nı (Vrak.Strongili) gasp etmiştir. Bu adalar Lozan Md.12 gereğince Asya sahillerinin 3 mili içinde olup Türkiye’ye aittir. Bu adaları, Meis’in de 3 mili içinde diyerek, 6. Maddeye sokulmaya çalışılması esasen antlaşmanın ruhuna aykırıdır.

                                       *       *        *

Her ne kadar adaların kıta sahanlığı ve MEB hakları olsa da, hakça paylaşım ilkesinde “kara deniz hakimdir” prensibi esastır. Ana kara önündeki bir başka ada, ana karanın önünü kapatamaz ve haklarını gasp edemez. Bu konuda, Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemele rinin yanlış tarafta olan adalarla ilgili kararları vardır. Bu mahkeme ler özet olarak, 1977 Birleşik Krallık (BK)- Fransa Davası olup, Fransa Kıyılarına yakın BK’ya ait Jersey adaları, 1984; ABD-Kanada Maine Körfezi, 1992; Kanada- Fransa St.Miquelon adaları, 1993; Danimarka-Norveç Jan Mayen Adası davasında, yanlış tarafta bulunan adalara ya sadece karasuları kadar veya kısıtlanmış bir deniz yetki alanı tanımlanmıştır. Bu nedenle Meis’in Türkiye’ nin uzun kıyı şeridini gasp ederek MEB iddiası geçerli değildir. Dünyanın pek çok yerinde, neredeyse savaşa sebep verecek, benzer sorunlar bulunmaktadır. İleride benzeri bir Uluslararası Hakem Mahkemesine gidilmesi durumunda adalardaki devlet uygulamaları önem kazanmakta dır. Bu nedenle, haksızlığının farkında olan Yunanistan, anılan adalarda fener inşa etmekte, kuş göç yolları gözetleme kuleleri dikmekte, dini şapeller inşa ederek üst düzey ziyaretler yapmakta dır.    

                                        *       *        *

Sonuç olarak, Doğu Akdeniz kesiminde durum pek farklı değildir. Doğu Akdeniz’in yarı kapalı bir deniz olduğunu ve kıyıdaş devlet lerin münhasır ekonomik bölgelerinin iç içe geçtiğini savunan Türkiye, bölgede münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmesinin kıyıdaş ülkelerin bir araya gelip hakkaniyet ilkesi çerçevesinde anlaşması ile mümkün olacağı görüşündedir. Bunun yanı sıra GKRY’nin bölgede Kıbrıs’ın tek sahibi ve temsilcisi gibi hareket etmesini ve bu bağlamda diğer kıyıdaş devletlerle antlaşmalar imzalamasını kabul etmemekte ve GKRY’nin yaptığı antlaşmaları tanımamaktadır. Türkiye, Yunanistan’ın bu uygulamalarının benzerini icra etmese de vakit geçirmeden en azından protesto ederek kayıtlara geçirmeli ve haklılığını uluslararası platformlarda dile getirmelidir. Fransa’nın Doğu Akdeniz kesimine olan uzaklığı sebebiyle AB adına da olsa hukuksal açıdan söz söyleme hakkına bile sahip değildir. Hal böyle iken, ikide bir Yunanistan tarafından Doğu Akdeniz’deki mevcut fiili durum ve Ege kıta sahanlığı konusundaki imzalanan anlaşma metinleri kesin şekilde bilindiği halde bir bardak suda fırtına kopartmasının da bir mantığı bulunma maktadır.Nitekim Lozan Antlaşması, Madde 12 . İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 Sgünlü Londra Antlaşması nın beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Antlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya'nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmış tır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Antlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.