Ekonomideki son gelişmeler göre herkes döviz kurundaki rekorlara odaklanmışken ülke olarak borcumuzda da rekor artışlar yaşanıyor. Türkiye’nin benzer ülkelere göre görece düşük kamu borcu, uluslararası yatırımcılar tarafından övülen bir özelliği olageldiyse de ancak bu durum şimdilerde değişim yaşanmasıyla karşı karşıya kaldı. Ocak ayından bu ayna 8 aydaki artış oranı yüzde 36,2 oldu.Hazine’nin uzun ve kısa vadeli toplam borcu, 8 ayda 481 milyar TL’lik rekor artışla 1 trilyon 810 milyar TL’ye yükseldi. Borcun milli gelire oranı ise bu dönemde yüzde 30,8’den yüzde 40,4’e çıktı. Dr. Murat Kubilay, Hazine garantili projelerin ve dövizin artan payının, borçları daha da artıracağı uyarısında bulunuyor.Bu kapsamda Hazine ocak-ağustos döneminde totalde 249 milyar TL net borçlanmaya giderken, borç stokunun 481 milyar TL ile borçlanmanın çok üzerinde artması, borcun yarısından çoğunun döviz ve altın cinsinden olmasından kaynaklandı. Yıl başında 660,5 milyar TL seviyesinde olan Hazine’nin döviz cinsi borç stoku, ağustos sonunda 986,1 milyar TL’ye yükseldi. Artış oranı yüzde 49,3 oldu. Toplam borç içinde döviz cinsi borçların payı, yıl başında yüzde 49,7 iken, ağustosta yüzde 54,5’e ulaştı. Bu oran, 2017 sonunda 38,9 idi.
* * *
Piyasalardaki TL’nin euro ve dolar karşısındaki büyük değer kaybının yanı sıra, altının değerinin rekor kırması, bu süreçte de Hazine’nin iç piyasada döviz ve altın cinsi borçlanmayı artırması, borç stokunu da şişirdi. Hazine’nin döviz cinsinden iç borcu iki yılda sıfırdan 38,3 milyar dolara fırladı.Altın cinsi borçlanmanın yer aldığı “döviz cinsi değişken faizli borç stoku” kalemi de, yıl başında 79,8 milyar TL iken, ağustos sonunda 152,8 milyar TL’ye yükseldi.Hazine’nin iç borç stoku sene başında 755 milyar TL iken, ağustosta 1 trilyon 98 milyar TL’ye yükseldi. Dış borç stoku ise bu dönemde 574 milyar TL’den 711,9 milyar TL’ye ulaştı.Hazine’nin borç stokunun milli gelire oranı, yıl başında yüzde 30,8 iken, ağustosta yüzde 40,4 fırladı. Böylece milli gelire oranla borç stokunda tarihi bir sıçrama da kayda geçmiş oldu. Gerçekte bu oranın düşük olması, Türkiye ekonomisinin en güçlü yanlarından birini oluşturuyordu. Döviz cinsinden Hazine garantili köprü, otoyol ve hastane projeleri kaynaklı “koşullu borçlar” Hazine’nin borç stokuna dahil edilmiyor ancak bu projeler için yapılan ödemeler Hazine’nin harcamalarını ve dolayısıyla borçlanmasını hızla artırıyor. Bu da dolaylı olarak borç stokuna yansıyor.
* * *
Hazine’nin borçlarındaki artışlarla yüksek enflasyon arasında mevcut olan ilişki durumu iktisat kuramına göre incelendiğin de;Keynesyen gelir teorine göre borçlanma deflasyonist bir etki açığa çıkacaktır.Bu doğrultuda sürekli mali açıkların olduğu bir ekonomide, ortayan çıkan açıkların ya borçlanarak ya da parasal genişleme ile kapatılmak zorunda kalınacağını ve borçlanma da devam ettikçe reel faizlerin yükselip, tekrar yeniden borçlanmaya gidileceğini vurgulamaktadır. Siyasi otorite veya para otoriteleri bu defa kamu açıklarının enflasyonist yönde bir baskının açığa çıkmasını engellemek amacıyla borçlanma yoluna giderek, reel faiz oranlarını yükseltecek ve yükselen faizler ile oluşan yeni borcu kapatabilmek için para basacaktır. Netice olarak ekonomi kısır bir döngüye girecektir.
* * *
Sonuç olarak, kamu açıklarının neden olduğu yüksek kaynak ihtiyacının iç borçlanmayla finanse edilmesi, enflasyonun artışına neden olmakta ve para politikasının işlevselliğini olumsuz etkilemektedir. Ampirik çalışmalar incelendiğinde, genel olarak iki değişkenin karşılıklı etkileşim içerisinde olduğu yönünde sonuçlar bulunduğu görülmektedir.Yapılan ekonometrik analizler sonucunda iç borç stoku / GSYĐH ile enflasyon oranı arasında çift yönlü bir ilişkinin varlığı tespit edilmiştir. Elde edilen sonuçlar, özellikle iç borçlanmanın enflasyonist etkiler açığa çıkaracağını ve karşılıklı etkileşim içerisinde bulunduğunu destekleyen görüşler ile örtüşmektedir. Bu açıdan gelişmiş ülkelerin mali disiplin açısından gösterdikleri kararlılıklar iç borçların sınırlandırılması konusunda Türkiye’ye örnek teşkil etmelidir. Bu çerçevede kamu açıkları nın finansmanı hususunda yeni bir borç yönetimi anlayışıyla iç borçların makroekonomik dengeler üzerindeki etkileri en aza indirilebilecektir.Özellikle kamu harcamaları, vergiler, para arzı gibi iktisat politikası araçlarının etkinliğinin artırılması, iç borçların sınırlandırılması ve iyi yönetilmesiyle mümkün olmaktadır. Bu da borçlanma yetkisini tamamen elinde bulunduran hükümetlerin borçlanma konusunda daha hassas davranmaları nı gerektirmekte; bu durumda fasit bir alışkanlık haline gelen israf ekonomisinin ise derhal terkedilmesi de zorunlu bulunmakla beraber; üretim şeklinin tarım ürünlerin
den başlanarak, özellikle ihracata dayalı yüksek katma değerli ileri teknoloji ürünlerine ağırlık verilmesi de büyük önem taşımaktadır.