İMF’nin; faiz oranı riskleri konusuna ait uyarısı

Abone Ol

Faiz artırımı konusun son alınan bir kısım bilgilere göre Uluslararası Para Fonu(IMF)Mali İşler Dairesi Başkanı Vitor Gaspar, Mali İşler Dairesinde Bölüm Şefi Paulo Medas ve Ekonomist Roberto errelli, küresel borçlara ilişkin ortak blog yazısı kaleme alırken; IMF yetkilileri,söz konusu yazıda,dünyanın küresel sağlık krizi ve derin bir durgunluktan etkilendiği 2020'de küresel borcun 226 trilyon dolara yükseldiğini ve 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük yıllık borç artışının gözlemlendiğine dikkat çektiği görüldü. Söz konusu gelişme ile ilgili adı geçen rapora göre; Küresel borcun krize girerken de yüksek seviyelerde olduğuna dikkati çekilen yazıda, hükümetlerin rekor düzeydeki yüksek kamu ve özel borç seviyeleriyle, yeni virüs mutasyonlarıyla ve yükselen enflasyonla karşı karşıya olduğu da aktarılıyor.

* * *

Bahse konu yazıda "Politika yapıcılar, yüksek borç ve artan enflasyon karşısında doğru dengeyi sağlamalı." değerlendirmesinde bulunulurken,Küresel borcun 2020'de GSYH'nin yüzde 256'sına yükseldiği belirtilen yazıda, ayrıca küresel kamu borcunun GSYH'nin yüzde 99'u gibi rekor bir seviyeye sıçradığına yer veriliyor.Yazıda, mali olmayan şirketlerden ve hane halklarından gelen özel borçların da yeni zirvelere ulaştığı da kayda geçiyor.Borç artışlarının özellikle gelişmiş ekonomilerde dikkat çektiğine işaret edilen yazıda, bu ülkelerde 2007'de yüzde 70 olan kamu borcunun GSYH'ye oranının2020'de yüzde 124'e çıktığı;kamu borcunun halihazırda toplam küresel borcun neredeyse yüzde 40'ını oluşturduğu, bunun 1960'ların ortalarından bu yana en yüksek pay olduğuna da yer veriliyor.

* * *

Söz konusu raporda ayrıca;borç dalgalanmasının özellikle finansman koşulları sıkılaştıkça kırılganlıkları artırdığına işaret edilen yazıda, yüksek borç seviyelerinin çoğu durumda hükümetlerin toparlanmayı destekleme kabiliyetini ve özel sektörün orta vadede yatırım yapma kapasitesini kısıtladığı da açıklanıyor. Global anlamdaki Dünya ekonomisi tablosuna bir göz atıldığın da son yirmi yılda yaşanan hızlı finansallaşma, giderek sıklaşan ve yaygınlaşan ekonomik krizleri beraberinde getirmiştir. Bu krizler çoğunlukla finansal piyasalardan kaynaklanmış, akabinde reel ekonomide küçülme ve durgunluk ortaya çıkmıştır. Yaşanan ekonomik krizlere verilen tepkiler ise ilk etapta para politikası kanalıyla gerçekleşmiştir. Ancak, krizlerin uzun sürmesi, çok sayıda ülkeyi etkilemesi ve uygulanan para politikalarının kriz sürecinde beklenen etkileri yaratmaması, merkez bankacılığına ve para politikalarına yönelik eleştirilerin çoğalmasına neden olmuştur.

* * *

Sonuç olarak,gerçektepara politikası ve merkez bankacılığı alanında çok hızlı dönüşümlerin yaşanması, finansal piyasaların çok hızlı gelişmesinden ve ulusal boyuttaki pek çok iktisadi faaliyetin uluslararası nitelik kazanmasından kaynaklanmaktadır. Enflasyon, üretim ve finans üçgeninde para politikalarının yürütülmesi günümüz şartlarında giderek güçleşmektedir.Buna ek olarak,kriz sırasında ve sonrasında merkez bankalarının piyasalara bol miktarda likidite sürerek krizi önleme çabaları, ana akım merkez bankacılığı literatüründeki birçok tartışmanın ne kadar konjonktür yanlı olduğunu ve uygulanan para politikası modelinin taşıdığı eksiklikleri göstermiştir. Literatürde yer alan ve dışına çıkılması durumunda krizlerle karşılaşılacağına inanılan kurallar,kriz ortamında tamamen geçersiz kılınmıştır. Merkez bankalarının krizi önlemede herhangi bir güce sahip olmadıkları da anlaşılmıştır. Dolayısıyla merkez bankalarının temel işlevi, herhangi bir kurala bağlı olmaksızın, krizin ya da yayılmasının önüne geçilmesine dönüşmüştür.

Çünkü bu koşullar altında tek başına fiyat istikrarı, reel ekonomiyi ve finansal istikrarı güvence altına alamamış, makroekonomik istikrarı koruyamamıştır.Küreselleşmenin ivme kazanmasıyla birlikte sermaye ve bilgi teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, ekonomiler açısından karmaşık bir yapıyı da beraberinde getirmektedir. Bu karmaşık yapı, ülkelerin daha sık şoklara maruz kalmasına neden olmaktadır. Şok sonrası ekonominin uzun dönem dengesine ulaşma süreci,çoğu zaman ülkelerin konjonktürel dalgalanma devrelerini krizler yaşayarak atlatmaları ile son bulmaktadır. Yaşanan bu şok dalgalanma-kriz sarmalı, ülke ekonomilerinde durgunluk, yüksek enflasyon ya da deflasyon,döviz sorunları, işsizlik ve finansal piyasaların bozulması gibi makroekonomik dengesizliklere de neden olmaktadır.