Son alınan bilgilere göre Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) genel müdür yardımcısı GeoffreyOkamato’ya göre, Gelişmekte Olan Piyasalar’ın brüt finansman ihtiyacı, devam eden salgının ortasında GSYİH’nın %14’üne ulaştı. Bu da bankacılık sektörü üzerindeki riskleri de arttırmış pozisyona gelmesine neden oldu. Gerçekte bu değerlendirme Borç Yönetimi Kolaylığı (DMF) tarafından düzenlenen 2021 Kamu Borç Yönetimi Forumu’na katılımı sırasında geldi. İşlevsel durumu dikkate alındığında DMF, Dünya Bankası (WB) tarafından yönetilen; WB ve IMF tarafından ortaklaşa uygulanan ve gelişmekte olan 86 ülkeye kamu borç yönetimi konusunda uzman tavsiyesi veren bir fon. Bu anlamdaki FON yetkilisi olan Oka mato “Ocak 2020’den sonra gelişmekte olan piyasalarda ihraç edilen borcun %60’ının yurt içi bankaların bilançolarında sona erdiğini ve bunun endişe verici bir konu olduğunu”vurgularken,Gelişmekte olan piyasa borcunun 2026 yılına kadar GSYİH’nın ortalama yüzde 73’ü seviyesinde olmasının öngörüldüğünü ortaya çıkararak, borç yöneticilerinin büyük hacimlerde yeni ihraç ve devirleri yönetirken piyasanın güvenini korumaları gerektiğini” de sözlerine eklediği görüldü. Okamato, “Bunu yapabilmek için güçlü borç yönetimi uygulamaları ve sağlam yatırımcı ilişkileri çerçeveleri kilit öneme sahip olacaktır” dedi. IMF Başkan Yardımcısı’na göre özellikle devam eden belirsiz zamanlarda borç şeffaflığı da önemli bulunuyor.

       *       *        *

Bu kapsamdaki Okamato’nunaçıklamasının detayınada;“Şeffaflık eksikliği, belirsizliği, riski ve borçlanma maliyetlerini artırıyor. Alacaklılar bir ülkenin ne kadar borçlu olduğunu, kime ve hangi şartlarda borçlu olduğunu belirleyemezse, bilinçli kararlar veremezler. Ve borç risklerinin arttığı bir dünyada, bu piyasa erişimini korumak ve kaybetmek arasındaki fark olabilir. Tam şeffaflığın faydaları da önemli olabilir.” Görüşü öne çıkarken,IMF tarafından yakın zamanda yayınlanan bir araştırmanın, artan mali ve borç şeffaflığının gelişmekte olan piyasalar için tahvil faiz farklarını (spreadlerini) anlamlı bir şekilde düşürerek kendini ödemekten daha fazlasını sağlayabileceğini gösterdiğini ekledi.Bu belirsiz zamanlarda kritik öneme sahip olduğunu, aynı zamanda yabancı yatırımcıların gelişmekte olan piyasaların ülke borçlarını tutma isteğini de artırdığını”da sözlerine eklediği izleniyor.Esas itibarıyla İnsanların ve toplumların sürekli yeni bir arayış içinde olmaları, ilerlemeye ve gelişmeye dönük bir düzlemde hayatlarını farklı kılma istekleri sosyal hayatın yanı sıra tüketim alışkanlıklarının zenginleşip farklılaşmasına olanak sağlamıştır.Bu bağlamda ekonomik açıdan“üretim-tüketim-üretim” sarmalının sürekliliği ancak sağlam ve istikrarlı bir iktisat politikası zemini ile mümkün olabildiğinden, nitekim . Covid-19 salgını bireylerin yaşam biçimlerini salt informel olarak değil formel anlamda da kökten değiştirmektedir.Nitekim sosyal izolasyon ve fiziki mesafe ile insan ilişkilerinin derinden etkilendiği gerçeğininde önemini koruduğu görülüyor.

     *       *        *

Sonuç olarak, öteden beri devlet erkinin idari işlerinin,yargısal faaliyetlerinin yavaşlatılması, spor müsabakalarının askıya alınması, çalışma koşullarının ve eğitimin online (çevrimiçi) bir biçim alması gibi akla ilk gelen hususlardan olsa da sosyal ve kültürel yaşamda çok daha fazlasının yaşandığı bir süreç olduğu gerçeğini de ta baştan kabul etmek gerekiyor.Salgın, ekonominin reel yönüyle mal,ücret ve faktör piyasalarını;finansal yönüyle de para politikası otoritesi Merkez Bankası başta olmak üzere,bankacılık vb. kurumların tercihlerini ve ihtiyati politikalarını etkileyerek ekonomik ilişkiler ağını başka bir mecraya evirmiştir. Bu sürecin hastalık ve ölümle neticelenmesi ekonominin arz ve talep ayağını derinden etkilemesi de bir başka gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Gelinen bu noktada pandemi sonrası gelişmekte olan ülkelerin yeni bir krizin girdabına girmemeleri için atılması gereken adımların başında borçluluk oranının düşürülmesi gelmektedir. Şüphesiz bu kriz şimdiye dek görülmemiş bir türden bir kriz. Fakat ortaya çıkan tablo 2008-09 krizi sonrasından pandemi sürecine kadar gelişmekte olan ülkelerin borçluluk oranının fazla olduğu gerçeğidir. Bu nedenledir ki 21.yy’da yaşanan Küresel finansal krizi ile rehber ve çözüm olarak görülen Keynesçi politikalar sonrasında ortaya çıkacak olan mali istikrarsızlık başka bir ifade ile kamu borç stokunun gelecek nesillere yükleneceği de unutulmamalıdır.Ricardo-Barro hipotezinin ötesinde bu problematik durum ne pür liberal anlayış ne de aşırı regüle bir devlet modeli ile çözülecektir. Bütün bunların ötesinde sendelenen ekonomileri kamu harcamalarını artıracak bir şekilde tüketime yöneltmeye tahvil etmek en nihayetinde mali kuralları gerekli kılacaktır.

KAYNAK;Covid-19 Salgını, Ekonomik Etkileri ve Küresel Ekonominin Geleceği (İbrahim ARSLAN-,lyas BAYAR