Bu hafta İtfaiye haftası.
İtfaiyecilik çok önemli.
Üç yüz yıllık bir süreç.
Üç asır.
Köşemizi itfaiyecilere ayıralım dedik.
Zonguldak’taki itfaiyecilerimiz de çok meşakkatle.
Güçlükte.
24 saat mesai ile çalışıyor.
Onları da il geneli kutluyoruz.
Yangına karşın bizim en büyük güvencemiz itfaiye teşkilatı.
Türkiye’de İtfaiyeciliğin 306. Yılı kutlanıyor…
Zonguldak’ta da
İtfaiyecilik; bilgi, tecrübe, cesaret ve özveri isteyen, en riskli ve en stresli mesleklerden birisidir. İtfaiyeciler; silahı hortum ve mermisi su olan ateş savaşçılarıdır. Vatandaşın yangına karşı can ve mal güvenliğini koruma görevini üstlenen itfaiyecilerin; her türlü koşulda hiç bir menfaat gözetmeden düşündüğü tek şey kurtarmak ve söndürmektir. Tek ödülü ise başarılı olduğunda duyduğu hazdır.
İtfaiyecilerin başarısı; öncelikle binalarda alınan yangın önlemleri ve şehrin alt yapısı ile itfaiyenin eğitim seviyesi ve teknik gücüne bağlıdır. Binaların projelerini incelemeyen, iskân aşamasında kontrollerini yapmayan bir itfaiyeci; binalar hakkında yeterli bilgi edinemez ve yangınlarda başarılı olamaz. Yangın yönetmeliğinde değişiklik yapılarak Kentsel Dönüşüm işlerini hızlandırılmak için Yangın Yönetmeliğindeki itfaiye ile ilgili madde değiştirilerek bütün yetkiler ilçe belediyelerine verildi. İtfaiyeye sadece işletme ruhsatı için başvuruluyor. İtfaiye proje kontrolü yapmıyorsa, binada ne olacağını ve ne yapıldığını bilemez. İtfaiyecilerin etkili bir müdahale yapabilmesi için binada alınan önlemleri proje aşamasında incelemeli, yapım sonrasında uygunluğu itfaiyeciler tarafından kontrol edilmelidir.
İLK İTFAİYE TEŞKİLATI OLAN TULUMBACILIK DA ŞÖYLE KURULDU
İstanbul şehri Türkler tarafından alındıktan, Cumhuriyet devrinde merhum Vali Haydar Beyin kurduğu sağlam İtfaiye Teşkilatına kadar, günlerce devam eden büyük yangın afetleri geçirmiştir. Bu yangınlarda bazen sekizde birini, bazen dörtte birini, bazen yarısını kaybetmiştir. Şehrin simasını değiştiren, saraylar, konakları, hanları, hamamları, çarşıları, ecdat yadigâr abideleri, nice bin sanat eserini, Türk İrfanının ve tarihinin hazineleri olan Kütüphaneleri, milyarları milyarlarca defa aşan maddi kıymet değerinde milli servet bir çırpıda yutup yok eden ateş facialarına karşı ilk koruyucu tedbir, ancak 18. yüzyılın ortalarına doğru Lâle Devrinin padişahı III. Sultan Ahmet'in büyük Veziri Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yeniçeri asker ocağına bağlı bir tulumbacı ocağı kurulmasıyla alınmıştır. Ondan evvel geçen iki yüz yetmiş yıl boyunca yangınlar, semt semt asayiş ve inzibatı için kurulmuş yeniçeri kolluları “Karakollar” neferleri ile halk tarafından söndürülmüştür.
18.yüzyılın başlarına kadar yangın tulumbası bilinmiyordu. Yangın sarnıçlarından taşınan suyu dökerek söndürülmeye çalışılıyordu.
Tanzimat Inkilabında devlet teşkilatı batılılaşırken 1868’de şehremaneti, Belediye Reisliği ve Belediye daireleri kuruldu; İstanbul’da yangın söndürme işi yalnız askere bırakılmayarak Belediyenin görevleri arasına konuldu. Belediye dairelerinde de tulumbacı takımları tesis edildi, tulumba efradını semtin hamaI, ırgat, arabacı gibi, vücut yapıları bu meşakkatli işe dayanıklı gençlerinden toplandı. Bunlar kendi günlük işlerine devam ettiler, yangın çıkınca tulumbalarının başında toplandılar ve yangına koştular, bu hizmetlerine karşılık, hemen hepsi bekar olduklarından kendilerine yatacak bir koğuş yapıldı. Küçük bir aylık bağlandı, günde bir ekmekle senede birer kat esvap verildi. Her türlü Belediye vergilerinden de af edildiler. Yangına gitme kıyafetleri sırtta bir don, bir gömlek, başta bir keçe külah, yalın ayaklarında da bir tulumbacı yemenisi idi. Başlarına bir reis, birde ikinci reis tayin edildi. “Daireliler” adını alan bu tulumbacılar semtleri ile ayrıldılar; Fatih Daireliler, Üsküdar Daireliler, Beyoğlu Daireliler gibi.
Tulumbacılık hevesi öylesine ihtiraz olarak yayıldı ki zamanımızın futbol kulüpleri ve taraftarları arasındaki rekabet mücadeleleri tulumbacılar taraftarları arasındaki mücadeleler yanında sönük kalır. Tulumba mahallenin, semtin sembolü haline geldi. Yangına giderken ve yangın dönüşü koşular, yangını unutturacak kadar iddialı oluyordu. Bazen kanlı döğüşler yapılıyordu. Mahalle tulumbaları sandıklarına kayıkçı, arabacı, beygir sürücüsü gibi kimselerin yanında esnaf gençleri, kalem efendileri, idadi talebeleri, yüksek mektep talebeleri, beyzadeler, paşazadeler uşak yazıldılar. “Yangın var” sesi duyulunca hepsi koğuşlarına giderek esvaplarını, üniformalarını atıyorlar, dizliklerini çekip formalarını geçiriyorlar ve yalınayak tulumba sandığının kolu altına girerek yangına koşuyorlardı.
İstanbul tulumbacılığının kısa bir zaman içinde zengin bir edebiyatı, türlü adetleri, merasimi, zengin bir tulumbacı argosu doğdu.