Bildiğiniz gibi bu kentin çok büyük sorunları var, bunların başında gelen de be kentte yaşayanların insanca yaşayabilme sorunu.
Tozsuz, dumansız, çamursuz…
İnsanca!..
Ama gelin görün ki 40-50 yıldır geriye giden bu kenti ne düşünen kaldı ne de insanlarına önem veren, daracık bir caddeye mahkum edilmiş bir kent merkezinde yaşamaya mecbur kılınmış insanlara son 50 yıldır hangi parkı hizmete soktu yerel yönetimler?
Hangi ağaç altına banklar koydu da “oturun burada çay kahve için gölgesinde serinleyin” dedi?
Çocuklar, gençler için nereye bir spor alanı, bir masa tenisi donanımı, bir basket sahası veya benzerleri yapıldı?
Mahalle aralarına yapılmış kıytırık çocuk bahçelerini yoksa siz listelere “park” diye mi geçirdiniz?
Cevap ver devlet, cevap ver belediye…
Ana caddede zabıtaların, polisin, halkın gözü önünde dilenen 5-6 yaşlarındaki çocukları bir anlamda teşvikçisi siz değil misiniz?
Dilencileriyle ülkeye ün salan Zonguldak’a kamyonlarla geliyor artık bu meslek grubunun elemanları, Suriyeliye gerek yok, bizim sığınmacılar dilenciler, mesleklerini icra edip “tekrar görüşmek üzere” diyerek şimdilik ayrılıyorlar buralardan.
“Bana iki ekmek al, çocuğuma süt al” diye akşama kadar kaldırımlarda el avuç açan gencecik kadınlara “gel dükkanın camlarını sil sana 100 lira” deyin bakalım, silecekler mi? Dilenmek daha karlı…
Her neyse; gelelim şu Kardemir işine, rezilliğine, tozuna… geçtiğimliz haftalarda şöyle bir yazı yazmışız:
“Benim buradaki hemşerilerimin Kardemir’e gidecek kömürün tozunu yutma lüksü yok, mecburiyeti de yok.
Gidin Soğuksu halkına sorun, adamlar camlardan içeri giren kömür tozundan bıkmışlar; bunun astımlısı var, ciğerinden rahatsız olanı var, masum bebekler var…
Bu kömürün cefasını ben çekeceğim, sefasını Kardemir sürecek; öyle mi?
Bana ne be, bana ne?
Al kömürünü de git!..
Eren limanından mı çekecen, Filyos’tan mı, n’aparsan yap… Demiryolu yoksa tırlarla taşı, olmadı mı, ışınla, bana ne?
Liman kenarındaki kömür depoları bir an önce kaldırılmalı, buralar halka kazandırılmalıdır…
Buralara miniklerin, çocukların gıptayla baktığı, ana babalarının ceplerinde paraları olmadığından bir türlü oyun parklarına giremediği, oyuncak arabalara, çarpışan otolara binemediği, gülüp oynayamadığı oyun alanlarının aynısı yapılmalıdır.”
Böyle demişiz… Yalan yanlış mı yazmışız?
İşte bu konuya halktan büyük destek var, hatta Bahçelievler mahallesinde oturan özelikle kadınlar “bıktık artık” diyorlar, “o kömürün tozu da kokusu da bize kadar geliyor” diyorlar…
Yakında çevreciler de harekete geçecek, Çevreci Dernek Başkanı Ahmet Öztürk bu konuda bir açıklama yapacağını bana söyledi…
Tekrar tekrar aklı başında olan her kesimi ve herkesi uyarıyoruz, Kardemir kömürünü gitsin başka limandan çeksin, o kömür döktüğü alan bize lazım bize…
Bizim emeklimize, gencimize, kadınımıza, kızımıza, bebeğimize…
Yani halkımıza lazım!..
Ve bu işi beceremeyenleri; bu kenti pisliğe, hastalığa mahkum edenleri bu halk unutmayacaktır, çocuklar da yarın bir gün akılları erdiğinde bu ilgisiz yönetici takımına şaşıp kalacaklardır.
TÜRKÇE KONUŞALIM
Bizler her şeyden önce ve öncelikle Türk’üz… Türk milletiyiz… Geleneklerimiz göreneklerimiz bize has… Dünyaya yayılmış yüz milyonlarca Türk aynı hevesleri paylaşır, aynı duyguları yaşarız… Sizin evinizin bir köşesindeki “göze gelmeyelim, nazar değmesin” diye astığınız nazar boncuğu var ya, işte o nazar boncuğu Gagavuzya’daki evlerde de asılı… Macaristan’ın köylerinde yaşayan yaşlı insanların evlerinde de…
Kültürel değerlerine sahip çıkan milletler işte böyle geçmişlerinden gelen farklılıklarına sahip çıkarak diğer ülkeler ile aralarındaki folklorik esintileri ön plana çıkarıyorlar; bazen bilerek, bazen de doğaçlama…
Ve lisanlarından da taviz vermiyorlar, Gagavuzlar “en güzel Türkçe bizim Türkçemiz” diyorlar, çünkü içinde hiç Arapça Farsça kelime yokmuş…
Türkilerden Kırgızlar da lisanlarında bir temizlik harekâtı başlattılar, Kırgızca bilmeyen devletteki işinden oluyor bu günlerde…
Macarlar “biz de Türk’üz” diyerek kendilerini Türk Devletleri Birliğine kabul ettirdiler…
Pekiiiii;
Biz n’apıyoruz?
Biz de bu günlerde Arapçaya dönüş yaşıyoruz…
Tv kanallarında bir süredir örnek denmiyor numune deniyor,
Önce denmiyor, evvel deniyor,
Sonuç denmiyor, netice deniyor,
Örneğin denmiyor, mesela deniyor…
Kanıt-kanıtlama yok, ispat-ispatlama var…
Daha bunlar gibi yüzlerce örnek sayabiliriz ve bu konuşulan kelimeleri de gençlik anlamıyor, çünkü ne okullarında görmüşler, ne çevrelerinde duymuşlar…
60-70 sene öncesinin Türk filmlerinden bile kalkmış kelimeleri dilimize, güzel Türkçemize yeniden sokmaya kimler heves ediyor?
Neden?
Bakın size bu konuda güzel bir paylaşım sosyal medyadan, aynen şöyle:
Derisi yüzülerek öldürülen Büyük Türk Ozanı NESİMİ, bir tarikata gider.
Azgın softa, Nesimi'nin TÜRKÇE konuşmasından rahatsız olur. Nesimi'den ya Arapça ya da Farsça konuşmasını ister.
NESİMİ ise azgın softaya şu cevabı verir:
"Har içinde biten gonca güle minnet eylemem!
Arabi, Farisi bilmem; dile minnet eylemem.
Sırat-ı Müstakim üzre gözetirim Rahim’i,
İblisin talim ettiği yola minnet eylemem.
Bir acayip derde düştüm, herkes gider kârına,
Bugün buldum, bugün yerim; Hak kerimdir yarına.
Zerrece tamahım yoktur, şu dünyanın varına
Rızkımı veren Hüdâ’dır, kula minnet eylemem.
Oy Nesimi, can Nesimi; ol Gâni Mihman iken,
Yarın şefaatlarım Ahmed-i Muhtar iken,
Cümlenin rızkını veren ol Gâni Seddar iken;
Yeryüzünün halifesi hünkâra minnet eylemem.”
Hâlbuki NESİMİ ana dili TÜRKÇE dışında Arapça ve Farsça da bilmektedir. Fakat, küstah tarikat yobazına karşı TÜRKÇE'NİN kendisi için ne kadar önemli olduğunu göstermek amacıyla ‘ARABÎ FARİSİ BİLMEM’ demiştir.
Anadolu başta olmak üzere pek çok TÜRK yurdunda ozanlarımızın TÜRKÇE’de ısrarı, TÜRKLÜĞÜN günümüze kadar yaşatılmasına büyük katkı sunmuştur.
Nesimi, DİL ASİMİLASYONUNA DİRENEN İLK TÜRK OZANIDIR...
Paylaşım böyle arkadaşlar,
Anlaşıldı mı arkadaşlar?