SON HALİFE

Abone Ol

Biraz da Osmanlı’dan bahsedelim. Hani şu son zamanlarda bir takım kişilerin hayalinde yatan Osmanlılık vs. gibi söylemler var ya, genelde bunlar Osmanlı’nın modern yüzünü kendilerine örnek almazlar, Osmanlı’nın şeriatına hastadırlar, ama o şeriat zamanlarında bile Osmanlı çağdaş dünyaya İslam Halifesi ile açılmaya bakıyordu. Dönemin halifesi 2. Abdülmecit idi. Abdülmecid Osmanoğlu  (d. 29 Mayıs 1868, İstanbul - ö. 23 Ağustos 1944, Paris), son İslam halifesi, ressam, müzisyen. Osmanlı hanedanı hukukuna göre II. Abdülmecid olarak isimlendirilir.

Ansiklopedilerde yer alan bilgilere göre Osmanlı hanedanının tek ressam üyesidir ve döneminin Türk ressamları arasında yer almıştır. Amcasının oğlu Mehmed Vahdettin'in 4 Temmuz 1918’de tahta çıkması üzerine Osmanlı tahtının veliahtı olan Abdülmecid; bu sıfatı 1 Kasım 1922'de saltanat kaldırılıncaya kadar taşıdı. TBMM tarafından 19 Kasım 1922 halife seçildi. Osmanlı hilafetine resmen son veren 431 sayılı kanunun kabul edildiği 3 Mart 1924 tarihine kadar “halife” ünvanını taşıdı. Tarihe “Son Osmanlı Halifesi” olarak geçmiştir.

Resim ve müzik sanatları ile çok yakından ilgiliydi. Türk resim sanatının öncü isimleri arasında yer aldı. 1909'da kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin fahri başkanlığını yaptı. Yurtiçinde ve yurtdışındaki çeşitli sergilere tablolarını gönderdiği bilinen Abdülmecid Efendi'nin eserlerinden birisi Paris'teki büyük yıllık sergide sergilenmiş; Haremde Beethoven, Haremde Goethe, Yavuz Sultan Selim adlı tabloları 1917'de Viyana'daki Türk ressamlar sergisinde sergilendi. Özellikle portre alanında başarılı idi. En önemli portrelerinden biri devrinin ünlü şairi Abdülhak Hamit Tarhan'ın portresidir. Kızı Dürrüşehvar Sultan'ın, oğlu Ömer Faruk Efendi'nin portreleri en bilinen eserlerindendir. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin gazete çıkarma girişimleri, Galatasaray sergileri, Şişli Atölyesi’nin kurulması, Viyana sergisi, Avni Lifij’in Paris’te burslu okutulması onun desteklediği sanatsal olaylardandır.

Resim kadar müziğe de büyük ilgi duyan Abdülmecid, ilk müzik derslerini Feleksu Kalfa’dan aldıktan sonra Macar piyanist Géza de Hegyei ve keman virtüözü Carl Berger ile çalıştı. Ünlü besteci Franz Liszt'in öğrencisi olan Hegyei’ye kendi yaptığı Lizst tablosunu; Carl Berger’e ise, kendi ürünü bir beste olan Elegie’yi armağan ettiği bilinir. Keman, piyano, viyolonsel ve klavsen çalan Abdülmecid'in üzerinde eski Türkçe harflerle adının yazılı olduğu 1911 yapımı değerli piyanosu Dolmabahçe Sarayı’nda 48 numaralı odada saklanmaktadır. Çok sayıda bestesi olduğu bilinir ancak eserlerinin pek azına ulaşılabilmiştir.

Son İslam Halifesi Abdülmecit Osmanoğlu işte böyle bir adamdı.

Kendisi bir Avrupalı gibi giyinir, kravat takar, kızları ve kız torunları da birer Avrupalı gibi giyinir, öyle baş kapama türban gibi safsatalarla uğraşmazlardı.

Çok iyi bir ressamdı.

Halife olmasına rağmen nü tablolar yapabilecek kadar ileri düşünceliydi. Şimdiki şeyh, islam bilim adamı, bazı imam hatipli profesörler vs. gibi kendini alim olarak lanse edenlerden çok çok daha çağdaştı, yaşadığı yılları düşünürseniz bu günkü meslektaşlarından en az üç yüz yıl ilerideydi.

Bunları niye mi yazdık?

Günümüz yobaz takımına, gericilere bir bakıyoruz,

Bir de Abdülmecit’e bakıyoruz, sanki İslamı ondan daha iyi biliyorlarmış gibi bir de tavırlar takınmıyorlar mı…

Şaşıyoruz!

Bakınız tarihçi Murat Bardakçı 2013 yılında rekor fiyatla satılan Abdülmecit’in  “Avluda kadınlar” isimli tablosu için neler yazmış:

Son Halife Abdülmecid Efendi'nin mevcudiyeti senelerden buyana söylenen ama 1990'da yayınlanmış bir fotoğrafı dışında hakkında pek bir şey bilinmeyen tablosu, Alif Art'ın müzayedesinde 1 milyon 600 bin liraya satıldı...

"Avluda Kadınlar" ismi verilen tablo hakkında müzayededen önce gazetelerde çıkan haberler şöyle: Abdülmecid Efendi sütunların çevrelediği bir havuzun etrafında bazısı çıplak vaziyetteki kadınları resmetmişti ve aynı mekânda kadın mı yoksa hünsa mı oldukları pek anlaşılmayan başka çıplak figürler de vardı...

Tablonun müzayedeye konmasından sonra yazılanlarda iki kavrama vurgu yapılıyordu: "Halife" ve "nü" kavramlarına... Abdülmecid Efendi modern bir insandı, denize mayo ile giriyordu, zamanının modern sanatları ile alâkadar olmuştu, besteciliğinin yanı sıra resim de yapmıştı ve resminde kadının çıplaklığına yer vermesi de ne derece çağdaş olduğunu gösteriyordu...

Söylenen, kısaca şu idi: Çağdaş olmanın ölçüsü, resimde çıplak kadınlara yer vermekti ve böyle yapan ressam halife bile olsa çağdaşın da çağdaşı sayılırdı!

Evet;

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. Yılında durum böyle…

Bir son halifeye bakın, bir de kendini halife sanan, halife ilan ettiren, müritlerine “ben halifeyim, ben mehdiyim” zırvaları yutturan şimdiki şarlatanlara…

Elinde kılıçla hutbe okuyan, vaaz veren Diyanet İşleri Başkanını da gözünüzün önüne getirin,

Arapseverleri de şöyle bir değerlendirin beyninizde…

Ve birtakım zıpırların İslam’ı getirdikleri noktayı anlayın…

Dine de yazık, Cumhuriyete de, büyük Türk Milletine de…

Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlu olsun.