Öteden beri yapılan uygulamalardan da anlaşıldığı üzere Tarımın büyük ölçekli ve yoğun olarak yapılmasının gerektir diği gübre ve makine teçhizat gibi girdiler üretimde bir artışa neden olurken, üreticiyi de kapitalist siteme daha bağımlı hale getirmektedir. Bu bağımlılık mikro düzeyde üretim yapan çiftçinin bağımlılığını ifade ederken, makro düzeyde çevre ülkelerin merkeze bağımlı olduğu bir alan yaratmaktadır.Bu bağımlılık bazı zamanlarda öyle bir hal alabilmektedir ki, çok uzun yıllar boyunca geri bırakılmış, artık ülkesindeki açlıkla başa çıkmakta zorluk çeken ülkeler akıl almaz yöntemlere meyletmektedir. Bugün geldiğimiz noktada bağımlılık sadece girdilere olan bağımlılığı da çoktan aşmıştır. Taşıma imkân larının da gelişmesiyle, tarımsal ürün ticareti sadece dayanıklı ürünleri değil, sebze meyveyi de kapsama alanına almış görünmektedir. Öyleyse bu dönemde yapılması gereken, bu şirketlerin önünü açacak düzenlemelerin, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere kabul ettirilmesidir. Bu konuda uluslararası örgütlerin ve onların öncülüğündeki anlaşmaların etkili olduğu görülmektedir.
* * *
Zaman içerisinde toprak mülkiyetinde ortak mülkiyetin çözülmesiyle başlayan süreç, tarımda kapitalist üretim tarzının gelişmesine kadar devam etmiştir. Tarımda kapitalist üretim tarzının gelişmesi, tarımsal üretimde verimliliği artırmak için üretim tekniklerinin yanında sermaye yatırımlarını da zorunlu kılmaya başlamıştır. Artan sermaye yatırımlarıyla verimliliğin artması, sınırlı bir kaynak olan toprağın sabit kalması koşuluyla daha fazla ürün elde edilmesini mümkün kılmıştır. Sermayenin verimlilik üzerine etkisi, tarımsal girdiler üzerinde yapılan araştırmalarla sürekli artış göstermektedir. Sadece makineleşme ve gübre alanında değil, tohumların geliştirilmesiyle de verim lilik artışı devam edebilmektedir. Mamafih günümüz şartları incelendiğinde; kamuoyunda ''Hal yasa tasarısı'' olarak bilinen "Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı", kabul edilerek yasalaştı. Ancak değişiklikten bu yana üretici-tüketici arasındaki fiyat makası bırakın kapanmayı daha da açılmaya başladı. Çünkü bu yasanın daha ziyade özel kapsam lı oluşu yanında kamusal kesimin devre dışı kalması denetim ve koordinasyon unsurlarını dışarıda bıraktı.
* * *
Hal böyle iken üretici-tüketici arasındaki tüm maliyet halkaları dikkate alındığında; daha ziyade kaybet kaybet politikasının öne çıktığı görülürken; bu defa hem üreticinin, hem tüketicinin hem de çok kazanıyor denilen aracının da kazancını düşürdüğü gibi geçiş garantili yol ve köprülerin mevcut maliyet profiline girme si ile artan nakliye giderlerinin maliyetleri büsbütün tırmandırdı ğı izleniyor. Bu arada diğer tarımsal girdi maliyetlerinin de artış kaydetmesiyle birlikte ithalat baskısının da devreye girmesiyle en fazla üretici kesimi de mağduriyete uğramış oldu. Aslında Türkiye gerçeklerine bir göz attığımızda Enflasyon verilerinden alınması gereken asıl mesaj, ithalata dayalı bir politika ile gıda enflasyonunun önlenemeyeceği gerçeğidir. Türkiye, uzun bir süreden beri gıda enflasyonu ile mücadele adı altında üretim yerine ithalatı destekliyor. Fiyatı artan her ürün ithal ediliyor. Enflasyonu artırır gerekçesi ile bir yıldır çiğ süt fiyatı artırılmı yor. Tam 37 aydır şeker fiyatı artırılmıyor. Yapılan her ithalat çiftçiyi üretimden uzaklaştırırken bu arada üretime küstürüyor.
* * *
Sonuç olarak, yapılması gereken tarımsal girdi maliyetlerini düşürecek geniş yelpazedeki önlemlerin derhal alınarak üretimin artırılması yanı sıra üretimi artan ürünlerin ise desteklenerek ihraç edilmesi sağlanmalı. Üretim odaklı bir politika uygulama dan, çiftçiyi fiyatla, ithalatla baskı altında tutarak gıda enflasyo nunun önlenmesi kesinlikle mümkün olamaz.Ayrıca üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasındaki geniş makasın daraltıl ması için fiyatları belirleyici konumdaki işin asıl kaymağını yiyen marketlerin aşırı kar hırsına da mutlaka dur denilmelidir. Kısaca gerçekte her ay açıklanan enflasyon verileri tarımda yaşanan sorunları da ortaya çıkarmakta; girdi fiyatları artarken çiftçinin ürettiği ürünlerin fiyatını düşük tutmak veya artmasını önlemek üretimden kaçışı daha da hızlandırmaktadır. Bu yönde ki TÜİK’in son verilerine göre Türkiye’de çiftçi sayısı son 12 yılda yüzde 48 azalırken; tarım alanları da son 18 senede yüzde 12,3 azaldı.. Sebze bahçeleri alanı ise aynı dönemde yaklaşık yüzde 15 oranında küçüldü. Yine TÜİK verilerine göre tarım sektöründe istihdam edilen kişi sayısı ise 2002’de 7 milyon 458 bin kişiyken, 2020 Şubat ayı itibariyle 4 milyon 157 bin kişiye geriledi. Bu da son 18 yılda 3 milyon 301 bin daha az tarım çalışanı anlamına geliyor. Tarım sektöründe istihdam edilen kişi sayısının yüzde 44 azaldığı da ortaya çıkıyor. Önlem alınmadığı takdirde mevcut durum aslında çok vahim.