Türkiye'nin son yıllarda tarımsal katma değerin GSMH içindeki ağırlığı yüzde 6'lara düşmüştür.Tarımın sabit sermaye yatırımlarındaki payı or talaması alındığında ise 2017,2018 ve 2019'da yüzde 2 civarında gerçek leşirken,Tarımsal ürünlerin,toplam ihracatta payı %6'lar civarında, İşgü cü istihdamında ise tarımın payı da %19 şeklinde gerçekleşmiştir.Mama fih yıllık kalkınma göstergelerinde tarım sektörünün diğer sektörlerin ge risinden geldiği de bilinen bir durum şeklinde kayda geçerken,bu yönde hatta 2016 yılında tarımsal kalkınma eksilerde (% -2,6) seyretmişmiş olması da oldukça düşündürücüdür.Geçmiş yıllardan 2006 yılında kabul edilen Tarım Kanunu'na göre de, GSMH'nin en az yüzde 1'i tarım deste ği olarak verilmesi gerekirken, 2019 yılında tarımsal destekleme bütçe sinin 16 milyar 989 milyon TL olarak, yani yasa öngörüsünün ancak ya rı seviyesinde uygulanması da Türk tarımı için iyiye işaret etmemekte dir.Bu arada 27 milyon hektarlık tarımsal arazimizin 3,6 milyon hekta rının işlenemez duruma düşmesi ve özellikle son 7 yılda, 1 milyon hek tar tarım arazisini kaybetmiş olmamızda, girdi fiyatlarındaki artışın ya nında, birçok köyde 40 yaşından daha genç kimse kalmamasının büyük payı bulunduğu gerçeğini de kabul etmek durumundayız. Çiftçi sayımız 5,5 milyon kişi olarak,toplam istihdam içindeki payı 2018 yılında 18,8'e gerilemiştir. Gelişmiş ülkelerdeki bu oran ise % 5'in altına inebilmekte dir (ABD'de %1,5). Bu gerçekler, Türkiye'nin de çiftçi sayısını daha aşa ğıya çekmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.Böyle bir durumda akla ge len ilk soru ise; Peki, bir tarafta arazilerin işlenememesi, diğer taraftan çiftçi sayısının azaltması ikilemi nasıl çözümlenebilir? İşte bu konu, ta rımsal stratejilerle ilgili idari birimlerin uğraş alanına girmektedir. Bu konuda aile işletmelerini teşvik veya genç çiftçiyi destek programları çö züm olamayacaktır. Arazileri işleyecek yeni stratejiler saptanmak zorun dayız.
* * *
Türkiye'nin ekonomik olarak sulanabilecek alanı ise 8,5 milyon hektar dır. Söz konusu alanın halen ancak yarısı sulanabilir durumdadır. Bu ala nın ancak 3,2 milyon hektarı DSİ'ye aittir.Sabit sermaye yatırımlarında 2017, 2018 ve 2019'da ortalama payı yüzde 2 olan tarımın, belirtilen he defe ulaşması ise pek kolay görünmüyor. Ancak şu kesindir ki tarımda teknoloji kullanımı artık bu şartlarda kaçınılmaz hale gelmiştir. ABD'de son 40 yılda uygulamaya alınan yeni tarım teknolojileriyle ekim alanın da herhangi bir genişleme, işgücünde ve diğer girdilerde herhangi bir art ma olmadan tarımsal üretim iki kat artmıştır. Yine tarımda çalışan sayısı nı yarıya indirmiş, işlenen alan ise %16 azalmıştır.Bu yönde Türkiye'de de teknolojiden yararlanma hususunda bazı olumlu adımlar atılmıştır. Nitekim daha 30-40 yıl öncesinde 100 kg/da civarında olan buğday veri mimiz, bugünlerde 330 kg/da'lara ulaşmıştır. Mısır, pamuk gibi bazı bit kilerin dekar veriminde,dünya sıralamasında en önlerde yer almamız an cak bu bitkilerin üretim aşamalarında, yüksek verimli çeşitlerin kullanı mı ve diğer teknolojik yenilikleri adapte edebilmemizle sağlanmıştır. Ne var ki tohumculuğun özelleştirilmesindeki gecikmeler, bitki ıslahın da hala Brezilya tarımını şahlandıran, özel sektör, üniversite ve diğer ka mu araştırma kuruluşlarını tek çatı altında toplayamamız, hala yüz bin lerce doların, ıslahçı hakkı (royalite) olarak yurt dışına ödememize ne den olmaktadır.Mevcut tabloya göre tarımı sektöründe, geleceği ile ilgi li bilimsel bir hedef çizememiş olmamız, teknolojik yeniliklere yeterin ce hızlı yaklaşamamız, arazi dağılımı, kırsal kesimde nüfusun yaşlanma sı, üreticinin tahsil durumu, kooperatifleşmede geçmişte yaşanan olum suzluklar, endüstriyel işletmeciliği bir tarafa bırakıp, halen aile işletmeci liğine ağırlık vermemiz gibi nedenlerle yeterince ilerleyememektedir.İl gili Bakanlıkça da sağlanan teşvikler ya yerinde kullanılmamış ya da çe şitli sebeplerle yerini bulmamıştır.
* * *
Oysa ki sahip olduğu iklim,toprak,nüfus ve biyolojik çeşitliliği ile ülkemiz rakipsiz bir tarımsal ürün ihracatçısı konumunda olması gerekirken,Mümbit
ve bereket taşan arazilerimizin bir kısmı yabancılara verilen maden arama ruhsatları ile adeta buralardaki ekolojik dengenin bozularak nebatatın yok olmasına sebe biyet verilmiştir..Bu nedenle Ulusal düzeyde tarımsal gele ceğimizin stratejisini belirlememiz aşamasında,öncelikle AB ve küresel re kabete adaptasyon bakımından konuya yaklaşmak gerekmektedir. Bu da; politikacıların, sivil toplum örgütlerinin, bürokrat ve düşünürlerimizin tarı mın görünen tüm gerçeklerinin gündeme getirilerek bilgilendirmesiyle müm kün olacaktır.Buna ek olarak,Türkiye’nin giderek azalan AB Katılım Önce si Yardımları da etkin kullanarak,tarımsal işletmelerde ölçek büyüklüğünün artırılması yanın da, başta üretim teknikleri ve üretim koşullarının iyileştiril mesi olmak üzere, tarım ve gıda işletmelerinin modernizasyon çabaları ve sa nayi-tarım etkileşi mini artırması sağlanmalıdır. Tarım ürünleri ihracatında rekabet gücünün artı rılması için, ihracat destekleri ve eximbank kaynakları artırılarak dış ticarete konu ve markalı ürünlere yönlenimi de sağlanmalıdır.
* * *
Sonuç olarak,girdi destekleri tarımsal desteklerin ihmal edilemez önemli bir parçasıdır ve tarım politikalarının başarısında diğer politika araçlarını tamam layıcı bir rolü vardır. Girdi destekleri toplam destekler içindeki payı giderek azaldığı gibi reel olarak da gerilemektedir. Gübre ve mazot gibi fiyatları pet rol fiyatları tarafından yönlendirilen girdilerdeki fiyat artışları üretimin sürdü rülebilirliğini de tehdit etmekte,dolayısı ile üreticilerin dayanma gücünü de ziyadesiyle zorlamaktadır.Bu kapsamdaki destek uygulamalarına bakıldığın da; üreticiye maliyetin çok küçük bir payı olarak kalmaktadır. Yetersiz olan bu girdi desteklerinin kullanılan girdi miktarına değil de alan baz lı verilmesi girdi kullanım miktarı üzerinde etkili olmamaktadır. Böylece üreticinin tek nik ve ekonomik olarak etkin girdi kullanım düzeyi için motivasyonu sağla namamaktadır.Oysa üreticilere bu girdileri daha ucuz sağlamanın kolay yol ları vardır. Bu girdiler üzerindeki yüksek vergi yüklerinin hafifletil mesi ilk akla gelen en pratik yol olacaktır.Ayrıca üretici-tüketici arasındaki aşırı fiyat farkının asgariye çekilebilmesi ve ürün kaybının önlenmesi yönünden Dünya standarlarında üretim-kalite-hijyen-ambalajlama ve saklama koşullarını oluş turulması yanı sıra pazarlama-satış zincirinin denetleme sistemi ile destekle nerek serbest piyasa şartlarının dikkate alınmak suretiyle idamesi gerekmek tedir.