Herkesçe de bilindiği gibi Merkez Bankası eski başkanı Murat Uysal alınan bir kararla bir gece yarısı operasyonu ile görevden alınarak yerine eski Maliye Bakanlarından Naci Ağbal Merkez Bankası Başkanlığına atandı. Bu yönde ilk tepkinin geldiği Reuters, çeşitli kaynaklara atfen dayandırdığı haberde Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan değişimin nedeninin TL'deki değer kaybı ve politika adımlarından sonuç alınamaması nedeniyle gerçekleştirildiğini belirtiyor.Murat Uysal’ın yerine deneyimli Hazineci Naci Ağbal’ın atanmasıyla yoğun tarzda hararetli bir tartışma başladı. Bu sorular arasında görev değişimi nasıl bir mesaj veriyordu?Uysal yeniden faiz artırdığı için mi görevden alındı? Yoksa, Naci Ağbal’a faiz artırma görevi mi verildi? Yoksa hiç bilmediğimiz başka bir gerekçe mi var? Şeklinde cevap bekleyen yanıtlar görünüyor.Gerçekte Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan bir açıklamaya göre TCMB Başkanı değişimi TL’deki değer kaybı ve politika adımlarından sonuç alınamaması nedeniyle gerçekleştirildi. Naci Ağbal piyasanın güvendiği bir isim ve faiz artışı ve etkin bir iletişim politikası ile değer kaybını durdurabilir. Bu yönde yine ekonomistlerden Uğur Gürses’in“Bu defa denileni yapan gönderildi makalesinden” yapılan alıntıya göre;”Bu para politikasının direktiflerinin Beştepe ve ekonomi yönetimince verildiği çok belli iken, bunun sonuçlarının TL’ye hızla değer kaybettirmesi kaçınılmazdı. Öyle de oldu.” Açıklamasının gelmesi de Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusunda zaten ardı arkasına ortaya çıkan soru işaretlerini de büsbütün artırdığı izleniyor.
* * *
Merkez Bankasına yeni atanan Naci Ağbal’ın biyografisine bir göz gezdirildiğinde;sonradan edindiği siyasi kimliği olsa da, Ankara’da ekonomi yönetimindeki en basiretli ve deneyimli teknokrat şeklinde açıklansa bile.Murat Uysal’dan daha farklı ve iyi yönde yönetim göstermesi muhtemel olsa da geçmişte yaşanan deneyimler bunun mümkün olamayacağını söylüyor bize. Zira bizatihi Merkez Bankası başkanlarını görevden alan siyaset zihniyeti bu sorunun asıl kaynağı durumunda.Şimdi Ağbal’ın önünde gelir gelmez bir ‘test’ olsa da “tılsımlı” bir çıkış yolu oldukça zor.Merkez Bankası’nın geçmişte yaşanan hatalarla itibarı öyle paspas edildi ki; faizler hemen 7-10 puan yükseltilse bile ilk fırsatta düşürüleceğine ve aynı döngünün yeniden yaşanacağına dair ortaya çıkan kaygılar hep var olacak gibi görünüyor. Bir de diğer bir husus ise Naci Ağbal’ın daha ziyade maliye kökenli olması yanında ekonomi donanımlı pozisyona sahip olmaması da diğer önemli bir risk unsuru şeklinde karşımıza çıkıyor. Çünkü para politikası yönetiminde büyük öneme sahip vizyoner bir misyon taşıması bu koşula bağlı bulunduğu gibi;Merkez Bankasının aldığı bütün kararlar beklentiler yoluyla da ekonomideki arz ve talep koşullarına etki eder; çünkü beklentiler fiyat ve ücretlerin belirlenmesinde önemli bir rol oynar.Örneğin, kişilerin ilerideki dönemler için enflasyon beklentisi yüksek ise daha yüksek ücret talep ederler, yüksek ücretler üretim maliyetlerini artırır ve bu da fiyatlarda artışa yol açar. Yani enflasyon beklentisi, enflasyonu beraberinde getirir. Bu durumu engellemek için merkez bankaları para politikasına duyulan güveni artırmaya yönelik önlemler alırlar. Beklentilerin Merkez Bankası öngörülerine uyumlu seyretmesi fiyat istikrarı amacına ulaşılmasını kolaylaştırır. Uzun vadeli faiz oranları, kısa vadeli faiz oranlarının gelecekteki seyrine ilişkinbeklentilerden etkilenmektedir. Bu nedenle, politika faiz oranlarına ilişkin beklentiler, orta ve uzun vadeli faizler üzerinde de etkili olmaktadır.
* * *
Sonuç olarak, Merkez Bankası’ndaki geçmişte yapılan atama furyasının gerçek temel sebepleri incelendiğinde; öncelikle ortaya çıkan ilk neden Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yönünde ki devam eden tartışmalar.Diğer bir unsur ise popilizm içerikli uygulama heveslisi ekonomi yönetimlerinin yeterli donanıma ve bilgiye sahip olmamasına ek olarak,sadece kısa dönem günü kurtarmaya yönelik ve ekonomi kurallarını hiçe sayan hatalı yönetimlerinin ağır faturasının her defasında Merkez Bankası Başkanına çıkarılmasıyla neticelenmektedir.Halbuki Ekonomik göstergelere bakıldığında görülmektedir ki Kamu gelir-gider dengesi kurmadıkça veya daha sağlıklı bir borçlanma yapısına kavuşmadıkça iç borçlanmaları artacak ve bankacılık sistemi dolaylı olarak sorunlu yapıya tekrar geçecektir. Para Politikası teorik olarak etkindir ancak, uygulamada para politikasıyla birlikte maliye politikasının da uyum içinde çalışması ve siyasi istikrarın sürdürülebilir olması,oluşabilecek kriz ortamlarını engellemede en önemli faktördür. Belirtilen bu nedenlerle salt Maliye politikası ile para politikasının birlikte uygulanması aşamasında her ne kadar para politikasının maliye politikasına göre tercih edilmesi söz konusu olsa bile; Türkiye’nin 2002-2018 arasında kamu borç stokunun GSYH içindeki payını yüzde 80’lerden yüzde 30’lara doğru indirmiş olması aslında ilk bakışta ülkenin gerçek maliye politikası manevra alanının çok daha geniş olduğu izlenimini veriyor.