Genel olarak günümüzdeki toplumsal açıdan asıl başarı kriteri büyümeyle ölçülmekte ve büyümenin olmaması ise ya kırılgan lık ya da diğer adıyla krizle sonuçlanmaktadır.Özellikle ana akım iktisat yaklaşımında GSYH artışı olarak tanımlanan ekonomik büyümenin tek başına toplum için en yüksek faydayı garantileyeceği iddiası eleştirilmekle beraber a ana akım iktisat yaklaşımında bölüşümün göz ardı edilmesi kapitalist sistemin bahsi geçen başarı ölçütüne yöneltilen en önemli eleştiri noktalarından birini oluşturmaktadır. Buradan hareketle Gayri Safi Milli Hasıla’dan (GSMH) ziyade Kişi Başına Milli Gelir (KBMG)verisi daha doğru tespitler yapmaya imkan tanımaktadır. Ancak belirtmek gerekir ki KBMG de ülke içindeki bölüşümü gösteren bir gösterge değildir. Eldeki imkanlar ölçüsünde bakıldığında ekonomik büyüklükten ziyade büyüklüğün nüfusa bölünmüş değerini ifade eden KBMG verisi, ülkelerin dünya ülkeleri arasındaki yerine ilişkin daha sağlıklı yorumlara imkan tanımaktadır. Bu açıdan ülkelerin başarısına ilişkin değerlendirme yapmak için ekonomik büyüklükler bir referans noktası olarak ele alındığında, bütün dünya ülkeleri başlangıçtan günümüze kadar istisnasız bir biçimde gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler şeklinde kategoriye ayrılmışlardır.
* * *
Gerçekte, alınan sonuçlar Türkiye’nin hem milli gelirinin hem de kişi başına milli gelirinin özellikle 2000’li yıllardan sonra ivme kazandığınıancak söz konusu ivmenin dünya ülkeleri sıralamasına yani göreli büyümesine aynı ölçüde yansımadığını ortaya koymaktadır. İktisatçılara göre 2000’li yıllardan sonra yaşanan ivme küresel sistemde meydana gelen dönüşümlerden bağımsız değildir.Bu bağlamda bu dönemde özellikle küresel piyasalarda ABD’nin Çin ile ticaretinde verdiği açıkları kapatmak için piyasalara sunduğu dolar nedeniyle oluşan bolluğun en yüksek reel faiz politikası aracılığıyla sıcak para akımlarını Türkiye’ye çekmesinin payı büyüktür.MamafihTürkiye’deki iyileşmelerin olduğu dönemlerin iç dinamiklerden ziyade dış dinamiklerle ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin dünya liginde istenilen düzeyde yer almaması ve uzun yıllardanberi orta gelir tuzağından çıkamaması Türkiye’nin düşük teknolojili üretim deseninden bağımsız düşünülmemelidir.
Nitekim henüz illere ait 2020 ekonomi performanslarını bilemesek de elektrik tüketimi verileri, iller arasındaki etki düzeyinin oldukça farklılaşabildiğini ortaya koyuyor. COVID-19’un farklı illerde farklı risk düzeyleri teşkil ettiğini beyan ettiğimiz bu günlerde, illerin ekonomik açıdan da pandemiden farklı kanallarla farklı ölçeklerde etkilendiğini göz önünde bulundurmamız ve ekonomik aktörlere yönelik destekleri bu çerçevede düzenlememiz iyi bir politika seçeneği olabilir.Bu açıdan Türkiye genelinde yüzde 1,76’lık bir büyüme elde edilirken ticarethanelerin elektrik tüketiminde yüzde 1’lik daralma yaşandığı görülüyor. İller özelinde ise çok daha farklı tablolar öne çıkıyorBu rakamlar yüksek teknolojili ürün deseninin son derece sınırlı olduğu bir üretim yapısınıvurgularken,Türkiye’nin orta gelir tuzağına yakalanmasının sebeplerinden en önemlisidir. Öyle ki içinde bulunduğumuz reel tablo Türkiye’nin göreli büyümesine ilişkin ortaya konulan resim teknolojinin, bilgi, yenilik ve işgücü kalitesinin önemine vurgu yaparak kalkınmanın anahtarını bu kavramlarda aranması gerektiğini açıkça göstermektedir.
* * *
Sonuç olarak, Türkiye’nin içinde bulunduğu dönem itibarıyla bilim ve teknoloji alanında gelişme evresini hızla sürdüren ülke lere karşılık; halen gelişmekte olan Ülke kategorisinde yer alma sıyüksek teknolojili üretim deseninin ülkenin göreli pozisyonunun yükselmesi için ne kadar önemli olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.Son yıllarda gözlenen göreli iyileşmenin yeterli olmadığı da çok açıktır. Öyle ki en iyi olunan dönemlerde dahi, 1960 yılından günümüze hiçbir dönemde bir Avrupa Birliği ülkesiyle veya gelişmiş bir ülkeyle aynı ligi paylaşamamak ülkemiz açısından söylemin de ötesine geçecek türden önemli yapısal reformların gerekliliğine de işaret etmektedir. Bu açıdan özellikle içinde bulunduğumuz dönem açısından covid-19 pandemi vakalarındaki gelişmeler kalkınma yönünde ki tüm plan ve programları alt üst ettiği izlenirken,bu arada da bahse konu yapısal reformların tüm gerekliliğine rağmen göz ardı edilmiş olması siyasi istikrarsızlığın geldiği son noktayı göstermektedir. Gerçekte Türkiye şartlarında olması gereken büyüme rakamının %5 ve çok üstünde olması gerektiği halde Türkiye’de siyasetçiler yüzde 3’ler seviyesindeki büyümeyi, düşük büyümeli gelişmiş ülkelerle kıyaslayarak, bundan övgüyle söz ediyor. Oysa bu doğru bir kıyaslama yöntemi değil. Bizim asıl kıyaslama yapacağımız ülkeler, gelişmekte olan ülkeler olmalı. Büyümemiz onlarla kıyaslandığında, düşük seviyede kalıyor. Bu da nasıl olacaksa en kısa süredeki uygula ma kapsamına alınacak yeni kalkınma modeline ve reformlara ihtiyacımız olduğunu alenen ortaya çıkarıyor.