Son yıllardaki küresel iklim değişikliği tartışmalarının da gösterdiği gibi, Binaenaleyh uygarlık uzun vadede önlem almak, koruma çalışması yapmak ve sosyal adalete yönelmek için gereken güce ve politik iradeye sahip olmayabilir. Bilim insanlarının yaptığı en iyimser uyarılar bile, insanlığın ötesinde tüm canlıların büyük bir kısmının felaketin eşiğinde durduğunu göstermektedir. Sorun, artık uygarlığın tökezlemesi değil, doğanın kalıcı biçimde bir daha geriye dönülmesi belki mümkün olamayacak şekilde hasar görmeye başlamasıdır.Daha genel anlamda iddia edilen şey ise, uygar toplumların, hatta dünyanın geleceğinin tehlikede olduğudur. Özellikle toplumsal kriz dönemlerinde, bu tür bir “dünyanın sonu”retoriğinin gündeme girme ve dolaşım hızında gözlenen artış yeni bir bilgi içermemektedir.Her an üstümüze çökmesi beklenen bir lanet, insanlığın kibriyle bunu hak ettiği yolundaki teolojik yorumlar,bizlerde acizlikten başka bir ruh hali bırakmayan bir girdaptır. Doğal fenomenleri bile ahlaki bir anlam taşıyan olaylar, hatta bazılarını bir mesaj olarak değerlendirenler elbette ki konu dışıdır.
* * *
Mamafih ne yazık ki,doğaya hâkim olma ve ilerleme paralelinde kurulan iyimserliğin,insanlık için gücün gerçek motoru olarak görülmeye başlanması, Batı’da dünyanın diğer halklarına da egemen olmaya yönelik bir eğilime yol açmıştır.Doğanın sırlarını açığa çıkaran ve onun gücünü kendi iradelerine bağlayanlar, bu konularda geri kalan ve yoksul durumda bulunanlar üzerinde kontrol oluşturabilecekleri anlayışını benimsemişlerdir. Dolayısı ile bir taraftan bu anlayış tüm Dünyaya çok daha geniş yelpazede yayılma temelinde ilerlerken diğer bir taraftan da yaşanan değişimler sonrası ranta dayalı doğa tahribatının hız kesmeden süratle arttığına tanık olunmuştur.Gerçekte ne kadar görmek iste mesek de Ülkemiz’deki doğanın tahribine yönelik örnekleri de bu arada ayyuka çıkmıştır. Örneğin Mayıs/2021 Ayı Ekolojik İhti laflar Raporuna (Polen Ekoloji) göre Türkiye’de yıllardır yaşanmakta olan “ekolojik savaş”, şiddetini ve yıkıcılığını arttırarak devam ediyor.Kendisine yeni maddi kaynaklar bulmaya çalışan ve daha çok kolaycılığı ve düşük maliyeti tercih eden doyumsuz şirketler, kır-kent,kara-su ayırt etmeksizin doğanın her parçasını talan ediyor,doğayı ve yaşamı savunan insanlara çeşitli şekillerde tepkiler verdikleride görülüyor.
* * *
Bu kapsamda örneklemeler vermek gerekirse;Akçay Sazlığı’na belediye eliyle moloz dökülüyor; Van’ın Zilan vadisinde hem toplumsal hafıza hem de önemli bir genetik çeşitlilik kaynağı yok sayılarak HES yapılmak isteniyor. Diyarbakır, Bingöl ve Muş’tan geçerek Fırat ve Dicle’yi besleyen akarsu larda köylerin su altında kalmasına, kuraklığın vurduğu yerel halktan ve sınır ötesinden gelen tepkilere rağmen HES projeleri yürütülüyor.Marmara Denizi’nde yaşanan deniz salyası (müsilaj) krizi, bilim insanları tarafından, dikkate alınması gereken önemli bir ekolojik gösterge olarak yorumlanırken, geç de olsa alınabilecek tedbirler ve önlemler demeti oldukça sevindirici bir durum.Yanlış yapılaşma politikaları ve iklim krizi nedeniyle kuraklık her geçen gün artıyor.Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası yönetim kurulu başkan yardımcısı Erdal Avşar, Diyarbakır başta olmak üzere bölge illerinde yaşanan kuraklık nedeniyle tarlaların yüzde 80’inde ürün hasadı yapılamadığını, bölge genelinde bu yıl mart ayında alınan yağışlarda önceki yıla oranla yüzde 56 azalma yaşandığını vurguladı. Avşar, “Çiftçiler ekim döneminde kullanacakları girdiler için işletmelere borçlanıyor, kredi kullanıyor. Hasat yapıldıktan sonra ödemelerini gerçekleştirmeye başlıyor.”değerlendirmesinde bulunuyor.
* * *
Sonuç olarak,çevre sorunlarını yalnızca çevrenin kirletilmesi veya bilinçsizce kullanılması olarak değil daha geniş açıdan bakıldığında toplumsal,siyasal, ekonomik, kültürel, dini ve ahlaki boyutları da olan son derece karmaşık bir sorunlar yumağı olarak görmek daha doğru olacaktır. Bilimsel ve teknolojik ilerlemelerle ortaya çıkan her yeni durum bir yönüyle mutlak surette çevreyle bağlantılı olduğundan ilk etkisini de olumlu/ olumsuz çevre üzerinde göstermektedir. Özellikle bilinmelidir ki,nsanlığın ortak mirası olan çevre kuşkusuz insanlığın geleceği açısından da hayati bir öneme de sahiptir. Çevre sorunlarının çözümündeveya bu sorunların minimize edilmesinde alınması gereken ilk tedbirlerden birisi, belki de en önemlisi sağlam bir çevre bilinci oluşturmak ve giderek bu bilinci geliştirmek olmalıdır.Teknolojik ilerlemeyi durdurmak mümkün olamayacağına göre (kaldı ki, durdurulması da doğru değildir)mevcut gerçekliğe göre yeni yaklaşımlar geliştirilmelidir. Kısaca çevre bilinci her türlü gelişme ile aynı paralelde olmalıdır.
KAYNAK:İnsan Doğa İlişkisi Bağlamında Çevre Sorunları ve felsefe (Fikri GÜL)