Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya açısından genellikle bir deprem ülkesi olması yanında geçmişte yaşanan Marmara depreminden sonra ülkemizde bir çok şeyin köklü değişeceği umut edilirken bilimin önderliğini çok fazla benimsemeyen toplumumuzda, afet bilinci yükseltmede ve afete duyarlı bir toplum oluşturmada maalesef günümüze kadar yansıyan ve çoğunlukla elim can kayıpları, yaralanma ve sakat kalma ile neticelenen vakalardaki artışlar açısından halen de yeterli olunamadığını çok acı bir şeklide göstermektedir. Bu nedenle gelecekte olacak yeni depremlere on yıl öncesinde olduğu gibi yine kader anlayışıyla toplum olarak bakmayı tercih ettiğimiz gerçeği karşısında; bir de madalyonun öteki yüzüne bir göz attığımızda Türkiye İstatistik Kurumu verilerinden yapılan alıntılara göre; Türkiye’de yaklaşık onbeş milyon bina var, konut var. Bunların %55’i ruhsatsız ve kaçak. Bunların %60’ıyirmi yaş üzerinde. Yaşlı apartmanlar, binalar, %40’ı depreme karşı güvensiz durumda.Bunların içinde %10’luk öyle bir kısım var ki hemen yıkılıp yenilenmesi kaçınılmaz bir zorunluluk halinde. Bu yapılar bulundukları bölgelerde henüz deprem olmadığı için halen ayakta kalmaya devam etmektedirler. Özellikle son dönemde daha yeni yaşanan İzmir depremi ağır kayıplarla bu gerçeği yüzümüze tokat gibi indirmiş bulunmaktadır.

                               *       *        *

Nitekim 1999 depremlerinden sonra iyi niyetle 9 tane kanun, 39 tane kanun hükmünde kararname, bir sürü destekleyici ilave yönetmelik çıktı ise de;mamafih daha sonra onların hiçbirini uygulamamanın bir yolunu bularak pas geçmemizbizim deprem anlayışı gerçeğimizi açıkça ortaya koymaktadır. Özellikle Türkiye tablosundaki uygulamalara bir göz attığımız   da; GSMH’nin her yıl ortalama % 3’ü ile % 7’si afet zararlarını karşılamaya harcanmaktadır. Gerçekte hepsi birer doğa olayı olan deprem, heyelan, çığ/kaya düşmesi, su baskını v.b. olaylar bilinçsizce verilmiş yer seçimi kararları, mühendislik verilerinden yoksun imar planları, düşük standartlarda ve mühendislik hizmeti görmemiş yapı üretimi, kısaca müteah hitlik hizmeti ile eşleşen ranta dayalı hızlı, düşük nitelikli, tasarımsız, plansız kentleşme ve sosyoekonomik politikalar sonucu insani, sosyal ve ekonomik çok ağır sayılabilecek  yıkımlara dönüşmektedir. Halbuki,Türkiye aktif bir deprem kuşağı üstünde bulunmaktadır. Ülke topraklarının, sanayisinin ve barajlarının büyük bir kısmı da deprem kuşağı içinde yer almaktadır.Ülkemizin 81 ilinin 55’inin Birinci Derecede Deprem Bölgesinde bulunması, ancak depremlerle birinci dereceden bağı bulunan Yapı Denetim Yasası’nın önce yalnızca 19 ili kapsamına alması, diğer illere ise ancak 1 Ocak 2011’den itibaren yayılmış olması, Türkiye’deki deprem önlemlerinin yetersizliğine ilişkin en ciddi şekilde bir ipucu sunmaktadır.

                               *       *        *

Sonuç olarak, Türkiye’nin deprem ülkesi olduğu gerçeğine karşılık,Deprem Şurası, Ulusal Deprem Konseyi gibi bir takım girişimlerin devre dışı bırakıldığı böyle bir coğrafyada deprem öncesi, deprem sırası ve deprem sonrası önlemler bütünlüğüne dikkat çekmek aslında sanıldığının ötesinde büyük önem taşımaktadır.Deprem, jeoloji ve jeofizikten, şehir plancılığı,inşaat,mimarlık, elektrik, makina mühendisliği disiplinlerine dek çok bilimli bir mühendislik, mimarlık alanıdır.Ancak ülkemizde gerek depremler gerekse birçok toplumsal olay ve durum açısından mühendisliğe gereken seviyede pozitif önem verilmediği cihetle pasivize edilmeye çalışıldığı için zincirleme birçok sorun oluşmakta ve gereken katkılar maalesef alınamamaktadır. Bu gerçekler ışığında Ülkemizin mevcut yapı stokunun sorunlu olduğu bilinmektedir. Bu nedenle bir an önce ülke genelinde yapı stokunun envanteri çıkarılmalıdır. Okul, hastane, yurt gibi kamu binalarından başlayarak gereken yenileme ve güçlendirme işlemleri yapılmalıdır tamamlanmalıdır. Kentler deprem ve diğer doğal afetlere uygun biçimde yeniden yapılandırılmalıdır. Kentsel dönüşüm projeleri, yeni devasa rant alanları yaratmak amacıyla değil, afet riskini en aza indirmek ve kent güvenliğini sağlamak amacıyla yapılmalıdır.Depreme hazırlıklı olmak için mevcut binaların güçlendirilmesinin yanı sıra yeni yapılacak binaların depreme karşı dayanıklı olarak inşa edilmesinin sağlanması da önemlidir. Yapı güvenliğini sağlamanın en işlevsel yolu ise yapıların üretim sürecinde Ülkemizdeki sayıları neredeyse 500 bini bulan kaba tarzda müteahhitlik hizmeti yerine doğru bir mühendislik hizmetiyle üretilmesidir.Zemin etüdünden projelendirmeye, malzeme kalitesinden yapım faaliyetine kadar bina üretim sürecinin her aşamasında alınacak mühendislik hizmeti ile yapıların güvenli olmasının en önemli teminatlarından birisidir. Asıl olan depremler sonrasında ihmaller zinciri sonucu ortaya çıkan ya da çıkabilecek olan elim can kayıplarının önlenmesi adına mutlak alınacak önlemlerle olası insan zayiatlarının çok önceden önüne geçmektir.