Genel bir görünüm itibarıyla Suriye krizinin ardından hızla göç alan Türkiye’de düzensiz göçmen sayıları her geçen yıl artmış ve milyonları bulmuştur. Fakat yıllara sâri olarak artış gösteren düzensiz göç olayları, Covid-19 salgınının ortaya çıkması ile birlikte düşüşe geçmiş, ülke içinde yakalanan düzensiz göçmen sayıları bir önceki yıla göre önemli ölçüde düşmüştür.Hadiseye bu açıdan bakıldı ğında bulunduğu coğrafya bakımından Türkiye, önemli nüfus hareketlerinin odağı olmuş bir ülkedir. Bu özelliği sebebiyle Türkiye, Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi’ni onaylamış ve Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü’ne de katılmıştır Türkiye, 1951 tarihli Cenevre Anlaşmasını 1961 yılında imzalamış ve yalnızca “Avrupa’da 1951 yılından önce yaşanan olaylarda zarar görenleri” mülteci olarak kabul edeceğini belirtmiştir. 1967 yılında imzalanan Mülteci lerin Statüsünü Belirleyen Protokolde ise Türkiye zaman kısıtlamasını kaldırmış fakat coğrafi kısıtlama halen uygulanmaktadır.

* * *

Geçmiş yıllardan 2011 yılında ortaya çıkan Suriye iç savaşı, Türkiye’nin çok fazla sayıda sığınmacı akınına uğramasına neden olmuş ve yaşanan bu kitlesel akın, Türkiye’nin göç yönetiminin gelişimini etkileyen önem li bir olgu olmuştur. Her ne kadar Türkiye’nin göç yönetimi konusunda yenilikçi yaklaşımlar ve düzenleme leri Suriye krizinden önce başlamış ve 2005’te kabul edi len “İltica ve Göç Alanındaki Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenil mesine İlişkin Türkiye Ulusal Eylem Planı” ile birlikte 2008’de İçişleri Bakanlığı bünyesinde “Sığınma ve Göç Mevzuatı ve İdari Kapasiteyi Geliştir me ve Uygulama Bürosu” kurulmuş olsa da Suriye krizi nedeniyle meydana gelen kitlesel göç akınları nedeniyle toplumda duyulan endişeler ve denizlerimizde meydana gelen düzensiz göçmen ölümleri sorunun gündeme gelişinde önemli bir etkiye sahiptir. Türkiye‘nin göç ve iltica yönetiminden sorumlu Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kurulmuştur Göç İdaresi genel Müdürlüğü’ nün yanı sıra Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) da uluslararası göçü yönetmede oldukça mühim görevler almakta, Geçici Barınma Merkezlerinin yönetimini üstlenmektedir.

* * *

Mamafih son gelinen noktada her ne kadar Ülkemiz nezdinde gerçekleşen düzensiz göç durumu denetlen meye çalışılsa bile istem dışı sızıntıların düzensiz göç olarak yansıması bir türlü engellenememiştir. Bu kapsamda, ülkede misafir olarak görülen düzensiz göçmenlerin kendilerini daha güvende ve rahat hisset mek için bir bölgede yoğunlaşarak toplu halde yaşama ları bir alt kültür oluşturmalarına ve toplumla uyumdan uzak bir yaşam sürdürmelerine sebep teşkil etmektedir. Oluşan bu alt kültür nedeniyle yerel halkta, yabancı düşmanlığı ya da yabancı korkusu olarak adlandırılan zenofobi oluşmasına da neden olabilir. Zira, kendi aralarında gruplaşarak sosyal uyum sağlayamayan göçmenlerin toplumla iletişimi azalmakta ve iletişim niteliği de azaldıkça zenofobi de dolayısı ile zaman içinde artmakta; bu durumun neticede milli güvenlik sorunu haline gelmesi de kaçınılmaz gözükmektedir.

* * *

Sonuç olarak,Uluslararası göç konusunda oldukça rağbet gören Türkiye’nin göç yönetimine yaklaşımı, sürekli ve kitleler halinde göç alması nedeniyle çoğunlukla güvenlik perspektifinde olmuştur.Türkiye’nin geçmişten gelen koru macı yapısını, mülteci statüsünde coğrafî çekinceyi sürdür mesi ve bunun yerine geçici koruma gibi alternatif statüler vermesi ile devam ettirdiği söylenebilir.Cenevre Sözleşme si’nde, mülteci statüsüne getirilen coğrafî çekince nedeniy le göçmenler mülteci statüsü alamamakta, misafir anlayı şıyla Türkiye’de bulunmaktadırlar.Bu anlamda istem dışı oluşan düzensiz göç birikimlerinin yarattığı sonuçlarına bakıldığında sosyal ve ekonomik travmalar ve toplumsal uyumsuzluk ların arttığı izlenmiş; orunlu göç sorununun ortaya çıkmasının üzerinden 30 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen, devletin çözüm ve rehabilitasyona yönelik attığı adımlar konusunda son derece geç kalın mıştır. Hiç şüphe yok ki göçün göçenlere yüklediği en önemli sorunlardan biri olan işsizlik ve istihdam problemi dir. Göçle gelen nüfusun büyük çoğunluğu kırsal alandan kent ve kentsel alanlara taşındığı için buralarda öncelikle sahip oldukları tarım ve hayvancılık vasıflarına uygun iş bulma imkanlarının olmaması nedeniyle bir anda işsizler ordusuna katılmaktadırlar. Bu durumda kendileri en büyük mağduriyeti yaşadıkları gibi yeni geldikleri mahalle ve komşularına da olumsuz etkileri kaçınılmaz olmaktadır. Bu nedenle bu tür zorunlu göçle gelenlerin Devlet otoritesi tarafından belli bir program dahilinde çeşitli eğitim ve rehabilitasyon seminerlerinden yararlandırılması gerekti ği sonucuna varılmıştır.