1989 yılında yatıyla birlikte Zonguldak limanına gelen ünlü denizcimiz Sadun Boro yörenin yeşilliğinden sitayişle bahseder. Anılarında şöyle yer alır Zonguldak:
“Evet, belki garip gelecek ama, bu bizim Karadeniz'e ilk gezimizdi. İlk defa 1975 yazında niyetlenmiştim. O sıralar henüz emekli olmamıştım. Yıllık iznimi Karadeniz'de geçirmeyi, gezebildiğim kadarıyla gezmeyi istedim. Tüm haritaları alıp inceledim. Bir iki yer hariç, hiç tabiî koy yoktu. Hep liman veya balıkçı barınaklarında kalmak zorundaydım. Bütün yıl boyu şehir hayatı, kalabalık bir ortamda ömrüm geçiyor. Bir de tatilde, mendirek arkasında, patırtılı liman hayatını gözüm tutmamıştı. Vazgeçip Marmara’yı gezdim. 1976'da emekli oldum. Amerika seyahati, dönüşte Bodrum'a göç... Ege kıyılarını dolaşmak da bir on yılımızı aldı. Kısacası, kısmet 1989 yazıymış…
İstanbul'dan çıktık, Şile, Kefken, Ereğli, Zonguldak, Bartın deresi, Amasra, Cide, İnebolu, Sinop, Samsun ve öyle devam ettik Sarp'a kadar. Ünye'den itibaren de bütün sahil şeridini denizden olduğu gibi karadan da gezdik. Toplam iki buçuk ay sürdü.
Hemen şunu söyleyeyim, Karadeniz'i gezip gördükten sonra, bu kadar geç kalmakla ne büyük hata yaptığımızı da anlamış olduk. Bütünüyle rüya gibi bir yolculuk oldu. Samimiyetle belirteyim ki, bu kadar kısa bir süre içinde, böyle zevkli, anlamlı ve her günü dolu-dolu yaşanmış bir yolculuk yapmadım desem doğrudur! Karadeniz'de tabiatın zenginliğinden hep sitayişle bahsedilirdi. Ama bu kadar zengin bir tabiatla karşılaşacağımı doğrusu hiç tahmin etmemiştim. Hemen deniz kenarından başlayıp bazı yerlerde dik, bazen tatlı bir meyille yükselen dağlar, tepeler, nasıl bir yeşille süslenmiş görmeden tahayyül etmek imkansız. Hele doğuya doğru gittikçe, önce fındık bahçeleri, sonra çay fidanları, çam ve kestane ormanları, bu yeşilliğin arasında seyrek kırmızı damlı evler, aralarında sararmış mısır tarlaları... Karadeniz kıyılarında, seyre tehlike teşkil edecek kayalar ve döküntüler sahilden pek açılmaz. Hemen hepsi çeyrek mil, bilemediniz yarım mil mesafe içinde kalır. Dolayısıyla birçok yerde sahile yakın seyredebilirsiniz. Böylece kıyılardan tepelere kadar yükselen o nefis doğayı yakından görme fırsatınız olur.
Karadeniz mi güzel, Ege mi? Bu soruyla sık sık karşılaşıyorum. Bence ikisi de apayrı çerçeveler içinde ele alınacak yerler. Öyle basit bir kıyaslama yapılamaz. Yat turizmi açısından, bir denizci gözü ile bakarsanız, Ege'nin değil Türkiye'de, dünyada bile bir benzeri bulunamaz. Tanrı dünyayı halk ederken Ege'yi nakşetmiş derler. Ben de ilâve ediyorum: Karadeniz kıyılarını da yeşille tezyîn etmiş. Yaz boyunca tek bulut dahi göremediğiniz Ege'nin o masmavi gökyüzünü, güneşini, beş kulaç suda yatan zincirin halkalarını bile sayabildiğiniz o parıl pırıl denizini Karadeniz'de bulamazsınız elbette. Ama Ege'nin bunaltıcı sıcak günlerine mukabil, Karadeniz'in püfür püfür yaylalarında, serin günler ne güzel bir değişiklik olur...
Yaylalarını görmeyen bir insan, Karadeniz'i görmemiş demektir. O yaylaların güzelliğini anlatmak gerçekten zor. O ormanlar, dereler, şelaleler... Bir film mi, rüya mı yoksa gerçek mi diye düşündürüyor insanı. Özellikle Kaçkar Dağı eteklerindeki Çamlı Hemşin ve Ayder yaylalarındaki doğanın haşmetine hayran kaldık. Utanarak söyleyeyim ki, ben Ayder Yaylası'nın adını daha bundan iki yıl önce duymuştum. Yani benim ülkemde böyle bir cennet köşesi olduğunu iki sene evveline kadar bilmiyordum. Gittiğimde gördüm ki, yabancı turistler doldurmuş orayı. Ayder'den sonra 3 bin küsur metreye kadar tepeye çıkıyorlar, kamp kurarak ilerliyorlar. Orada, güzel mütevazi tesisler de var. Ama yerli turistlerin bu güzellikten haberleri bile yok. Rize civarındaki Uzungöl Yaylası da ayrı bir güzellikte Orada da yerli halktan biri, tabiatla son derece uyumlu, tek katlı ağaç kulübelerden bir tesis yapmış. Alabalık yetiştiriyor ve herkes istifade edebiliyor. Hemen belirtmeliyim ki, Karadeniz'de, Turizm Bakanlığı'nın bir parça el uzatmasıyla, ayrı bir tür turizm, bir yayla turizmi geliştirilebilir. Ben bu yaylaların turizm bakımından korunmaya alınmaları gerektiğini düşünüyorum. O güzelliklerin bozulmasına, kötü yapılaşmaya fırsat vermeden turizme açılması gerek.
Karadeniz'de turizm daha başlamamış.Bir iki yer müstesna, yerlisi de, yabancısı da yok denecek kadar az. Lokanta, otel fiyatları gayet makul ölçülerde. İnsanı misafirperver, yardımcı. Tüm Karadeniz gezimiz boyunca uğradığımız küçük büyük limanlarda. Kısmet ve mürettebatına o kadar yakın ve candan bir ilgi gösterdiler ki, adeta mahçup olduk. Yedisinden yetmişine denizle yoğurulmuş insanlar arasında, birbirimizin dilinden pek iyi anladık Karadeniz kıyılarımızın önümüzdeki yıllarda turizme açılması kaçınılmaz görünüyor. Ama bu açılma gerçekleşirken dikkat edilecek husus, Ege ve Akdeniz kıyılarımızın başına gelenlerin burada da tekrarlanmaması için önlem almak... Üzülerek söyleyeyim ki, daha şimdiden, Karadeniz kıyılarında da kötü yapılaşmadan doğan bozulmaların işaretlerini görmek mümkün. Mesela, Rize'de on kata kadar yükselen beton bir perde şeklindeki apartmanlarla sahil şeridi kapanmış. Belediyeler birçok yerde topladıkları çöpleri dolaylı ya da dolaysız yollarla denize döküyor. Kısacası demek istediğim, Karadeniz'e çevre bilinci turizmle aynı zamanda girmeli, doğanın tahribi önlenmeli.
Özet olarak, denizci dostlanma şunu tavsiye ederim: Ege'yi gezip gördükten sonra, hele karadan da görmediyseniz, ilk fırsatta mutlaka Karadeniz kıyılarımıza yelken basın. Hem oranın denize aşık insanları, gönderinde kendi bayrağımız dalgalanan yelkenlileri artık haklı olarak kendi sularında görmek istiyorlar!..”
Yüksel Yıldırım(2019)
Zonguldak Nostalji