Hani “erkekler ağlamaz” filan derler ya;

Kim demiş?

Erkekler de ağlar, hem de bal gibi ağlar!..

Sevgilinden bir ayrıl da gör bakalım ağlıyor musun, ağlamıyor musun? Ya da canından çok sevdiğin eşini kaybettiğinde? Ananı babanı yitirdiğinde?

İlk çocuğunu kucağına aldığında, yıllar sonra da ilk torunu kucağına aldığında ağlamıyor musun?

Bazen gözünden yaşlar akmasa da, damlalar yüreğinde bulut olur ciğerine yağar sağanak gibi…

Bazen de ağlamak hep damlaların dışa vurumu değildir, içinden de duygulanır insan, başını koyacak omuz bulamadığında için için ağlarsın!..

Ve bir babalar günü geldiğinde,

Ve evlat diye bağrına bastıkların seni unuttuklarında ağlarsın,

Unutmadıklarında yine ağlarsın…

Böyle işte;

“Erkekler ağlamaz” derler ya…

Ağlar!..

Erkekler de ağlar, babalar da ağlar!

HER CAMİYE BİR ÖĞRETMEN

Şimdi hükümet tuttu laik eğitimi baltalamak uğruna okullara cami hocası gönderme kararını açıkladı ya, veliler de ayağa kalktı; “benim iznim olmadan kimse çocuğumu cami hocasının cehaletiyle karşı karşıya bırakamaz” diyorlar. Veli izni olmadan imamların çocuklarla karşı karşıya kalmaması gerektiğini vurguluyorlar.

Pedagojik eğitim almamış birisinin okullarda eğitici faaliyetlerde bulunamayacağını da sözlerine ekliyorlar.

Ve aslında camilere birer öğretmen verilmesinin daha uygun olacağını belirtiyorlar; “hiç olmazsa cami hocalarının cemaate ısrarlar anlatmaktan kaçındıkları Atatürk ilke ve inkılapları ile laiklik böylelikle öğretilir” diyorlar.

Ve sözlerine şunları da ekliyorlar:

-“Hangi cami hocasına sorarsanız sorun, Leonardo da Vinci’nin ünlü tablosunun adını söylemesini isteyin hemen ‘MONA LİSA” cevabını alırsınız, oysaki bu tablonun adı ‘LA JAKONDE’ şeklindedir”

-“Şimdi gidin bir müezzine “Konfiçyus hangi milletten?” diye sorun, Konfiçyus’u eğer duymuşlarsa “Çinli” yanıtını alırsınız, akıllarına hiçbir zaman “Konfiçyus Mançuryalı da olabilir, Uygur da olabilir” tezi gelmez… Çünkü hiçbir cami hocası doğru dürüst felsefe bilmez!..

Demek istenilen şu;

Eğer bir toplum kültür açısından yüceltilecekse, bu çok yönlü olmalı… Yoksa bir biat toplumu ile karşı karşıya kalırsınız, dünyanın da en alt seviyede kültür düzeyine sahip toplumları arasına girersiniz…

KURBAN KONUSU (1)

Ve kurban bayramı geliyor…

Eskiden kurban bayramlarında kurbanlar kesilir, fakir fukaraya dağıtılırdı. Şimdilerde kurban kesmek öyle her babayiğidin harcı değil.

Kurban için resmi açıklama şöyle, din işleri yüksek kurulunun görüşü:

Akıl sağlığı yerinde, hür, mukim ve dinî ölçülere göre zengin sayılan mümin, ilâhî rızayı kazanmak gayesiyle kurbanını kesmekle hem Cenab-ı Hakk’a yaklaşmakta, hem de maddi durumlarının yetersiz olması sebebiyle kurban kesemeyenlere yardımda bulunmaktadır. Bu ibadetin ruhunda Hakk’a yakınlık ve halka fedakârlıkta bulunma anlayışı vardır. Kurban, bir müslümanın bütün varlığını, gerektiğinde Allah yolunda feda etmeye hazır olduğunun bir nişanesidir.

Hz. Peygamber (s.a.s.), kurban etinin üçe taksim edilip, bir bölümünün kurban kesemeyen yoksullara dağıtılmasını, bir bölümünün akraba, tanıdık ve komşularla paylaşılmasını, bir kısmının da evde yenmesini tavsiye etmiştir, durumu iyi olan müslümanların, toplumda muhtaçların arttığı bir dönemde kurban etlerinin çoğunu hatta tamamını dağıtmaları daha uygun olur.

Din işleri yüksek kurulu böyle diyor!

Her Müslüman da buna uymalı…

Eğer kurbanı kesip tümünü peyderpey yemek için dondurucuya atacaksanız, ya da kavurma yayıp bilahare tüketecekseniz, bunun adı stokçuluk oluyor…

Hele ki şimdiki zamanda, milletin açlıktan kırıldığı bu günlerde, çocukların et yemeyi tatmadan büyüdüğü Akepe devrinde siz siz olun, kestiğiniz kurbanı eve bile sokmayın, gidin fakirlere dağıtın…