“Yapma etme yıkma…” dedik ama dinletemedik, zaten o da topu devlete attı, devlet de golü attı, olan bizim gariban Fevkani’ ye oldu…

O koskoca makineler, paletlisi paletsizi yıkarken zorlandılar walla… Sağlam betonu, altındaki hala korozyona uğramamış demirleri, çelikleri göre iş makinesi operatörleri bile şaşırdı. Acıdılar bile, ama iş işten geçmişti tabii ki…

Her neyse;

Olan oldu; halka rağmen yıkım gerçekleşti… Gelinen bu noktada bizim yapabileceğimiz ve yapmamız gereken tek şey Fevkani Köprü yerine gelecek olan projenin olduğundan da daha güzel olarak gerçekleşmesi için Belediyeye gereken desteği vermemizdir.

Başkan Alansa başkan Alan’a,

Alan başka bir göreve gider de yerine kim hangi partiden gelirse ona…

Doğrusu budur arkadaşlar, Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olmayalım, daha güzel bir kent merkezi için bize proje gösterip destek isteyenlere de destek verelim.

Yapacak bir şey yok, Fevkani arkasından yas tutacak halimiz de yok. Akıl ve mantık bunu gerektirir. Üzüntümüz yıllarca sürecek o ayrı…

Şimdi;

Belediye Başkanı Alan’a bir görev daha düşüyor kanımca, güzelleştirilmek istenen kent merkezine limanı da dahil etmek. Buradaki kömür depolarını buradan kaldırmak. Kömürünü dökmek isteyen gitsin Eren limanındaki deposuna döksün, Filyos’a döksün, buralardan nasıl çekerse çeksin… Bizi ilgilendirmez, kömür tozu yutmak da bu kentte yaşayan 100 bin Zonguldaklının kaderi değildir…

Başkan Alan isterse bu işi başarabilir, yeter ki halk yanında olsun ve destek versin, sonuçta kazanacak olan biziz… Limandan gerçekleşen demiryolu ulaşımını “yeni yol yapılacak, yıkılan köprünün yerine düzenleme yapılacak” gerekçesiyle bir süreliğine durdurmak, buradan kömür çekenlere başka limanları kullanmaları için bir fırsat verecektir.

Deneyelim, n’olcak yani?

Ölür müyüz?

Tutarsa da, ki tutar; kurtulmuş oluruz kömür tozundan ve kargaşadan, onlarca dönümlük halka yakışacak bir gezi alanı, bir park alanı kazanmış oluruz.

Yarı bir gün özelleştirilecek olan limanı başkası kapmadan bu şekilde biz kapalım, çevresine açılacak olan ve binlerce kişinin ekmek yiyebileceği işyerleriyle, gelen gemileriyle, yatlarıyla bir marina olarak hizmete alalım. Belediye ve Özel idare isterse ortak bu işi çözerler. Dedik ya; başkasına gitmeden, elimizden liman da alınmadan bu işe el konulmalı, Belediye Başkanı Selim Alan da böylece kenti gerçekten güzelleştirmiş bir başkan olarak anılardaki yerini almalıdır.

Hadi bakalım Başkan Alan!

Var mı buna hayır diyen?

AÇIKLAYIN

Devlet işine gelen rakamları allayıp pullayıp bize kakalıyor, işine gelmeyenleri de saklıyor… Anlaşılmaz nedenlerle halkın haber alma veya bilgi alma özgürlüğü kısıtlanıyor. Ne oluyor, ne gidiyor bilmiyoruz… Devlet sırrı mı acaba diye bakıyoruz, değil; ama açıklamıyorlar…

Örneğin;

Daha birkaç sene öncesine kadar Zonguldak limanından gerçekleşen ithalat ve ihracat rakamları TÜİK bültenlerinde açıklanıyordu, şimdi arıyoruz arıyoruz bulamıyoruz o rakamları. Sanki liman yok, dış ticaret hiç yok… Son aylarda açıklanmıyor, neden? Limanın zarar ettiğini mi gizliyorlar? Açıklayın kardeşim, kimden korkuyorsunuz?

Öğrencilerin kaldığı yurtlara yiyecek içecek sokulmamasını istiyor yurt sorumluları. Nedenmiş efendim? Öğrenciler hastalık kapabilirlermiş… Yurtta çıkan yemekten yesinlermiş… Peki ama yurtta çıkan yemeği yiyenler bazen mide bulantısı baş dönmesi kusma teşhisiyle hastanelik oluyorlar. Öğrenci de mecburen dışarıdan yiyecek içecek getiriyor. N’apsın yani? Tam olarak açıklayın son aylarda hangi yurtlarda bu şekilde kaç vaka ortaya çıktı?

Zonguldak’ta MEB’e bağlı Halk Eğitim Merkezlerinde kaç kurs var, kaçında yoklama yapılıyor, hatır için adına kurs açılanlar var mı, sahte isimlerle liste düzenlenip sonra da “kadro tamam” denilerek yaz aylarında kurs açıldı mı, müdürlük bunları denetliyor mu? Bi bakın da bize de açıklayın… Bi zahmet…

ÇAKMA HOCALAR

Bir yılda “ortaya karışık” gibi 4 bin tane profesör çıkmış…

Üremişler ya da türemişler!

68 tane de ilginç rektör kaydetmiş ülke tarihi son bir yılda ve bunların hiçbirinin bilimsel bir yazısı makalesi vs. yokmuş, bilimsel bir esere imza atmamışlar. Yazacak yetenekleri olup olmadığı bilinmiyor, birileri “sen rektörsün” diyor, onlar da oluyor. Yani “ol” deniliyor, oluyorlar… Vahiy iner gibi iniyorlar…

Her şeyin çakması var da, hocanın olmaz mı?

Bal gibi olur!

TV’lerin yandaş kanallarını açın bakın; bol bol açık oturumlar, konferans gibi bir şeyler, CHP’ye ve CHP’lilere giydirmeler, Filistinler milistinler, adını sanını duymadığımız Ebül Hacı Abdulbilmemne Hazretlerinin hayatı ve bunları tartışan kirli sakallı, kahverengi pantolonun lacivert ceket ve içine de ekose ya da yakasız gömlek giyen tipler, gidik bir cekete benzeyen bir şey, bir tuhaf kravat takan ayarı kaçıklar falan filan… Hepsinin ortak noktaları, hepsi de profesör!

Ne biçim profesörmüş, nasıl profesörmüş, neyin profesörüymüş, anlaşılmıyor.

Rahmetli Erbakan Hocanın oğlu Jr. Fatih efendi de şimdilik doktormuş, yakında doçent olur, sonra o da profesör…

Tıp profesörü olacak hali yok tabii ki;

Devlet amcası gibi ya istatistik, ya kütüphanecilik, ya kamu yönetimi gibi bir şeylerde uzman. Ama bizim akıllı(!) millet, adının önünde (Dr.) yazınca hokka takımı zannediyor…